Hakkımda

3 Haziran 2016 Cuma

Aşk İçin ‘Tek Yol Devrim’ mi?


14 Şubat’a yani kapitalist tüketim kültürünün popüler icatlarından biri olan Sevgililer Günü ya da ecnebi adıyla Aziz Valentine Günü’ne (tarihsel arka planı eski Roma’ya dayanıyormuş) girmek üzereyiz.
Kuşkusuz her biri üzerinde konuşulmayı hak eder, ancak böyle bir günün anlamı, değeri, kaynağı gibi konuları tartışmak değil niyetim.
Sevgililik ya da aşk dediğimiz mefhumun ontolojisine dair bir şeyler söylemek niyetindeyim. Ama sonuç yargıları değil bunlar yalnızca çağrışımlı düşünceler.
Erich Fromm ikinci dönem Frankfurt Düşünce Okulu temsilcilerinden kabul edilen (bazılarınca kabul edilmeyen!), Freudcu psikanalitik yaklaşımla Marxçı toplumsal kavrayışı birleştirme ya da sentezleme iddiasında olan bir düşünürdür. Sosyal psikoloji diyebileceğimiz bir alanla ilgilidir.
Türkçe’ye “Sevme Sanatı” diye çevrilen eserinde günümüz toplumlarında yaşanan aşkın eleştirisi üzerinden araçsal olmayan bir sevme ediminin nasıl olabileceğini tartışır.
Dile getirdiği düşünceler özetle şunlardır: Günümüz kapitalist toplumlarında kişi, herhangi bir ihtiyacını karşılamak üzere yaptığı gibi, ‘sevme-sevilme ihtiyacı’nı karşılamak üzere bir ‘elverişlilik’ arayışına girişir.
Belirli yeterlikler ya da nitelikler taşımaktadır. Şu ya da bu ölçüde güzeldir, alımlıdır, statü sahibidir… ya da değildir. Etrafı sahip olduğu ya da sahip olduğunu düşündüğü yeterliklere uygun birilerini bulmak üzere tarar ve uygunluk denetiminin kurallarına (ki bu kurallar toplumsal olarak koşullanır) uygun birini bulduğunda ona aşık olur.
Aşık olunan kişi de aynı şekilde hareket etmişse bir ilişki doğar ve bazı sofistike öğeleri de içerecek şekilde buna sevgililik adı verilir.
Yaşamın kişilerin muadilliği ve/veya muadillik algısı üzerindeki değiştirici etkisine bağlı olarak, aşk bir şekilde nihayetlenir ve uygunluk denetimi sonrasızca kendini yeniler…
Fromm, sevme edimini, toplumsal olarak koşullanan ve kişilerce kendi değerleri olarak içselleştirilen, yukarıda ifade edilen yeterliklere/niteliklere uygunluk olarak görmemek gerektiğini dile getirir ve ‘insani’ bir yerden konuya yaklaşılmasını salık verir.
Bu noktada haklı olduğu söylenebilir. Ancak bir de “aşkın metafiziği” diyebileceğimiz farklı bir boyuttan söz edilebilir!
Bir insanın bir başkasına karşı özel bir duygulanım içerisine girmesini sağlayan şey nedir ki?
Ya da bir insan belirli bir insana karşı böyle yoğun ve özel bir ilgi içerisine girer de bir başkasına karşı neden değil?
Sahi sevme edimimizin özel kıldığı bu kişi neden tekil olma durumunda ki, birden fazla kişi olamaz mı örneğin?
Tehlikeli sorular bunlar.
Aşk dediğimiz kategoriyi yanlışlama eğiliminde düşünceler!
Peki yanlışlamaksızın aşkı tanımlamaya çalıştığımızda ne tür önermeler geliştirebiliriz?
Ben naçizane birbirine yakın ve bağlı iki önermeye sahibim.
Birincisi, karşınızdaki insan sizin için ‘vazgeçilmez’ olabilmeli (ya da siz öyle görebilmelisiniz) ki yaşadığınız şeyin aşk olduğunu söyleyebilesiniz.
İkincisi ise, karşınızdaki insan ‘alternatifsiz’ olabilmeli ki yaşadığınızın aşk olduğundan söz edebilesiniz. Yani o kişinin yerine bir başkasını koyamamalısınız ki bir aşk yaşadığınızı iddia edebilesiniz.
Piyasa toplumu içinde, belirli bir gelişme süreci veri kabul edildiğinde, hiçbir mal ve hizmet vazgeçilmez olmadığı gibi aşk (ya da aşık olunan kişi) da yazık ki vazgeçilmez görülmüyor!
Kapitalist toplumda alternatifsiz olma diyebileceğimiz bir kategoriye de yer yok.
Dolayısıyla, illa da aşktan söz edecekseniz ‘tek yol devrim’ bilesiniz!

1 yorum:

İktidardan Kurtulmak!

Siyaset biliminin temel kavramı devlet değilse, iktidardır. İktidar, “toplum için son sözü söyleme yetkisi” olarak kavramsallaştırılan e...