Üniversitenin sınav temsilcilerinden biri olarak İstanbul’dayım.
Her iki yakada çok sayıda okulda sınav yapıyoruz.
Ben Anadolu yakasında Kadıköy-Moda civarında iki okula
bakıyorum.
Üssümüz Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü.
Alıştığımız kampüslerden değil bu!
Kapıda giriş bankoları, dedektörlü aramalar, içeride çevik
kuvvet noktası, eli tetikte bekleyen çelik yelekli, rayban gözlüklü polisler…
Tümüyle ‘güvendeyiz’ yani!
****
Misafirhanede yer sıkıntısı varmış.
Bize ikişer kişilik odalar ayarlamışlar.
Bir başkasıyla aynı odayı paylaşmak küçük burjuva duyarlığımıza
uygun değil.
Bir zaman Salihli Lisesi Pansiyonu’nda onlarca kişilik
koğuşlarda yaşamış bir insan için garip bir duyarlık!
Tek kişilik odalar ayarlamaya çalışıyoruz.
Neyse ki yer bulduk!
Yorgunluk var.
Biraz uyuyayım diyorum, misafirhanenin camı aralık, gürültü
dayanılır gibi değil.
Yoğun ve gürültülü bir kent burası, kalkıp kapatıyorum.
Tamam dinlendim, bakalım etrafta neler var.
Ekip insanı değilim, ‘sahile inelim’ önerisini geri
çeviriyorum.
Bir İstanbul cahiliyim.
Biraz Taksim-İstiklal, biraz Bakırköy, o kadar.
Tamam martılar var, deniz havası da ama görünürde deniz yok.
Denizi bulmak için sağa mı gitmek lazım sola mı?
Sağa doğru yürüyorum.
Fenerbahçe Stadı.
Yeter deyip dönüyorum, oysa biraz daha yürüsem sahili
bulacakmışım.
Eşimin öğretmen olarak atandığı Yüksekova’ya ilk gittiğimde
fark ettiğim şeylerden biri serçelerdi.
Biraz daha büyük, daha kalın tüylü ve biraz daha koyuydular.
Serçelerin farklı coğrafyalarda farklı olması gibi, buradaki
insanlar da biraz Ankara’dakilerden farklılar.
Kolay dile getirilecek bir fark değil bu ama insanlara bakıp
farklı bir yerde olduğunuzu söyleyebileceğiniz kadar belirgin.
Bir de diğer hali vakti yerinde semtlerde olduğu gibi burada
da, belirli bir varlık temeline oturmak ve buna uygun bir sosyallikle
desteklenmek insanları biraz daha ‘güvenli’ mi yapıyor ne, insanlar daha bir
dik yürüyor, daha özgüven sahibi basıyorlar kaldırımlara!
****
Televizyon izlemeyeli çok olmuş.
Kanallar arasında gezinirken iğreniyorum bu ülkenin popüler
hale getirilen kültüründen, anlayışından, siyasetinden.
Neyse, Euro 2016’nın açılış maçı var; Fransa – Romanya.
Biraz spor yapıp maç izleyeyim diyorum.
Maçın tadı tuzu yok.
Sanki Dünya futbolunda bir gerileme var!
Romanya eski Romanya olmaktan çok uzak; mütevazı bir gençler
takımı.
Fransa ise, Afrika kökenlilerden kurulu bir vasatlık!
****
Sınav kutularını aktardığımız minübüsün şoförü iyi.
Saint-Joseph Fransız Lisesi’nin servis şoförlerinden
biriymiş.
Okulu saygıyla anlatıyor.
Herşeyin nasıl muntazam işlediğini.
Bir kuruş rüşvetin dönmediğini, ki Bostancı’da bir okulda ve
daha birçok okulda, okul yöneticileri ile servisçiler arasında binlerce lirayı bulan
rüşvet çarklarının döndüğünü…
Okullarımızdan biri hemen Saint-Joseph’in yanında, meşhur
bir devlet okulu; Kadıköy Anadolu Lisesi.
Denize nazır, büyükçe bir öğrenci pansiyonu olan, devasa bir
okul.
Müdür Güneydoğu aksanı ile konuşan, yaşını başını almış bıyıklı bir amca.
Görevini iyi yaptığı, hatta öğrencileri bahçe kapısında
karşıladığı söyleniyor!
Öyle bir devlet okulu havası yok.
Çeşitli etkinlikler için okula gelmiş öğrenciler kolejli
gibiler.
Mekanlar güzel, bakımlı, hatta yer yer lüks.
Denize nazır bir öğrenci pansiyonu.
350 kadar öğrenci barınıyormuş, % 80 kadarı paralı,
diğerleri devlet parasız yatılı.
Tabi parasını verenin kalabildiği yerler değil.
Okulun puanları 490-500 civarındaymış.
Yıllık 2400 lira kadar bir ücreti varmış.
Koşulların iyi olduğunu söylüyor müdür, ‘açık büfe on çeşit
kahvaltı’…
Öğrenci pansiyonu bakımsız, dökülüyor!
‘Neden böyle’ diyorum
müdüre.
‘Yıkılıp yenisi yapılacak’ diyor.
‘Sakın birileri alıp başka bir şey yapmasın’ diyorum.
Müdür görevini borçlu olduğu odaklara karşı çok hassas; ‘bugüne
kadar hangi okulu alıp da başka bir şey yapmışlar ki’ diyor.
Az önce, bina sınav sorumlusu yardımcısının anlattıkları
geliyor aklıma; nasıl okulu almaya çalıştıkları, okul derneğinin ünlü mezunlarını
harekete geçirerek şimdilik bunu engelleyebildiği, ama susuyorum; ‘tartışmacı’
değil ‘araştırmacı’yım ben!
****
Memleket için tesadüf değil bu, yardımcı hizmetlerde
çalışanlar da Güneydoğu aksanı ile konuşuyorlar.
Bir kişi bir alanın sorumluluğunu üstlendiğinde etrafına
akrabalarını, eşini dostunu, hemşehrilerini yığıyor!
Okulun 30 kadar yardımcı hizmetler çalışanı varmış.
Bunların 10’unun ücreti devlet tarafından karşılanıyormuş.
20 kadarının ki ise Okul-Aile Birliği üzerinden.
‘Devasa bir kaynak gerekir, nasıl buluyorsunuz’ diyorum.
Oturduğu koltuktan biraz doğruluyor; ‘kolay değil, 57 bin
lira kadar personel giderim var’ diyor ama kaynaktan söz etmiyor!
Bina sınav sorumlusu yardımcısı olan İstanbul Üniversitesi
hocasının kızı bu okulda okumuş.
10 yıl kadar önce okula başvurduklarında 5-6 bin lira para
ödemeleri istenmiş.
Bir şekilde bin liraya kayıt yaptırabilmişler!
****
Diğer okul Moda’da bir mesleki teknik lise.
Sınıflar ve işlikler değilse de okul girişi, yönetici ve
öğretmen odaları iyi durumda.
Gençten bir müdür var.
Öyle ‘yandaş’ gibi de durmuyor.
Müdür genç ama yılların yöneticisiymiş.
Görevden almışlar ama mahkeme kararıyla dönmüş.
Yeni bir ‘değerlendirme’ye kadar!
‘Okulunuz fena değil, kaynağı nereden buluyorsunuz’ diyorum.
Okulun sabit giderleri milli eğitim müdürlüğünden
geliyormuş, bir sıkıntı olmuyormuş ama diğer giderler için belediye, sivil
toplum örgütleri, firmalar, işletmeler, veliler diye bir listesi var.
‘Ulaşmayı, istemeyi bilirseniz, alabiliyorsunuz’ diyor.
****
Kadıköy’de, özellikle Moda’da yollar dar, park yeri
neredeyse yok, yolda araçla gitmek büyük ustalık.
Neyse ki şoförümüz işlin ehli.
İstanbul’da her daim trafik var.
Sahile yakın bir yoldan, parkın hemen yanından dönüyoruz.
Geçenlerde, iş makinasının yürüyüş yapan bir kızı ezdiği
parkmış bu.
Akıl alır gibi değil!
İstanbul bu, aklın alabileceği çok az şey var!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder