Hakkımda

25 Haziran 2018 Pazartesi

‘Örgütsüz Toplum’ İstiyorum!

Sıklıkla şikâyet edilir; ‘örgütsüz bir toplumuz azizim, bu yüzden yaşamlarımızı belirleyen koşullara/süreçlere müdahil olamıyoruz.’
Bence öyle değil!
Son derece örgütlü bir toplumuz, bu yüzden yaşamlarımızı belirleyen koşullara/süreçlere müdahil olamıyoruz.
****
Batı Avrupa’da ortaya çıkan ve henüz başlangıçtan itibaren bir dünya sistemi olarak gelişen kapitalizmin, yine Batı Avrupa’dan başlayarak ortaya çıkardığı bir dizi toplumsal gelişme anlamında, modernleşme ile birlikte eski rejim (anciens regime) çözülür. Yani kadim siyasal sistemler ve toplumsal düzenler ortadan kalkar ve gittikçe güç kazanan yeni toplumsal sınıfın (burjuvazinin) çıkarına uygun bir rejim şekillenmeye başlar. Bu sürecin en önemli öğelerinden birini yercilleşme (sekülerleşme veya laikleşme) oluşturur. Yercilleşme ile birlikte insanların, ilahi alanın belirleyiciliğinden ve geleneksel kurumların etkisinden kurtulup kendi yaşamlarının dolaysız özneleri olmaya başladıkları varsayılır.
Kant’ın,“Aydınlanma nedir” sorusuna, 1784 yılında verdiği yanıta göre, Aydınlanma, insanın kendi hatası ile düştüğü reşit olamama durumundan kurtulmasıdır. ‘Reşit olamayış’, kendi aklını başkasının yardımı olmaksızın kullanamamaktır. Kilise egemenliğinin ortadan kalkması ve temsili siyasal sistemlerinin gelişmesi ile birlikte insanın vaktiyle yüzgeri ettiği ergin olma haline yeniden döndüğü ya da çocukluk yaşantısını geride bıraktığı düşünülür.
Yeni toplumun insanları, belirli hak ve yükümlülüklerle tanımlanır ve yeni bir siyasal sosyalleşmeyle kolektif bir zeminde ulus olarak inşa edilir. Tarihsel zaman içinde güç ve iktidar mücadelelerine bağlı olarak yeni bireysellikler ve kolektif kimlikler kazanacak olan bu kitle demokratik sistemlerin öznesini oluşturur.
Yazıya döküldüğünde pek şık duran bu süreç anlatımının temel handikapı, bu sürecin sermayeye dayalı toplumsal formasyon olarak tanımlanabilecek kapitalizm koşullarında gerçekleşmesi, dolayısıyla asimetrik mülkiyet ve egemenlik ilişkilerinin bozucu etkisini bünyesinde barındırmasıdır. Şöyle ki, kapitalist mülkiyet ilişkileri sistematiği, toplumun geniş yığınlarının üretim araçlarının mülkiyetinden ve üretilen servetlerden azade kılınmasını gerektirdiği için, bu durumu toplumsal çapta rasyonalize edecek ideolojik koşullandırmalara ihtiyaç vardır. Yani, çıkarları birbirine taban tabana zıt toplumsal sınıfların, egemenler lehine, ortak sosyalleşmesini yaratmak gerekecektir.
İşte ulus/millet formu burada devreye girer. Dil, kültür, ırk, din, coğrafya/mekân gibi belirli ‘somut’ unsurlar ve ülkü birliği, duygudaşlık gibi belirli soyut unsurlar üzerinden modern cemaat yapıları olarak uluslar/milletler inşa edilir. Temsili mekanizmalar aracılığıyla da ulusun/milletin iradesinin tecelli ettiği varsayılır.
Yeni düzende, parti, dernek, sendika, kulüp, topluluk gibi ‘modern’ kolektif birleşmeler vardır. Bunlar cemaat/tarikat gibi geleneksel birleşmelerin yerini almıştır. Ki bunların eskilere göre kategorik olarak üstün olduğu varsayılır. Zira modern kurumsallaşmalar, iradi olarak içine girilen ve kolektif bir zeminde  işlev gören yapılar olarak değerlendirilir.
****
Yukarıda anlatılan sürecin bir karikatürü bizde de yaşanır. Mustafa Kemal Atatürk, Kastamonu Nutku’nda, “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır” derken toplumun yeni sosyalleşme tarzına işaret eder.
Bu doğrultuda reformlar yapılır, on yılları bulan çabalar sergilenir ve bugün gelinen yerde toplumun bütünüyle ‘mensuplar memleketi’ haline geldiğine tanık olunur! Sanki Kant’ın ‘ergin olamayış halinden kurtulma’ olarak nitelediği Aydınlanma tersine dönmüş ve yığınlar yeni bir çocukluk dönemine adım atmıştır.
****
Bugünün Türkiye’sinde toplum olabildiğine örgütlü! Büyükçe bir kısmı ‘geleneksel’ cemaat yapıları, dernekleri, vakıfları, birlikleri… içinde. Daha küçük bir kısmı ise ‘modern’ olanlarda… Ortak özellik mensup olunan birleşmelerin belirli çıkarlar ekseninde yapılanmış olması. Bu açıdan masonik bir şebekeye dahil olmakla, bir dini cemaate tabi olmak ya da bir sendikaya üye olmak arasında hiçbir fark yok.
Her birinde spesifik bir çıkar beklentisi, dolayısıyla siyasal sistemle kurulan doğrusal bir bağ var; insan-özne tedrici bir varlık haline gelmiş durumda!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İktidardan Kurtulmak!

Siyaset biliminin temel kavramı devlet değilse, iktidardır. İktidar, “toplum için son sözü söyleme yetkisi” olarak kavramsallaştırılan e...