Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, öğretim elemanlarına, ‘adaylara doçentlik
unvanı vermek için yapılan değerlendirmede yabancı dil barajı ne olmalıdır’
diye sormuş.
Üç soruluk bir anket şeklinde.
Geçen gün tıklayıp doldurdum.
Üçüncü soruyu şöyle bir görebildim, zira ilk iki soruya verdiğim
yanıtlar üçüncüye yanıt vermemi anlamsız hale getiriyordu.
Anket, ölçek gibi ölçme araçlarının temel bir handikapı var!
Kişileri belirli (ve göreli olarak dar) bir çerçevede düşünmeye ve
değerlendirme yapmaya yöneltiyorlar.
Bazı ortalama ve/veya genel geçer eğilimlere öncelik tanıyor ve araştırılan
gerçekliği farklı boyutları ve bu boyutların etkileşimli bütünlüğü üzerinden kavramak
söz konusu olduğunda yetersiz kalıyorlar.
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nın küçük anketi de bu sınırlıkları
taşıyor.
Anketin ilk sorusu genel bir soru, öğretim elemanlarının “yabancı dilin her alandaki
bilimsel faaliyetler için belirleyici bir öneme sahip olduğu fikrine”
katılıp katılmadığı soruluyor.
“Her alandaki bilimsel faaliyet”
ifadesi tırnak içine alınmış.
Yani anketi hazırlayanlar bize
diyorlar ki, ‘dil barajlarını belirlerken akademik alan ayrımı yapmayı
düşünüyoruz, bunu destekleyecek veriye ihtiyacımız var!’
İkinci soru ile, öğretim
elemanlarının “doçentlik müracaatında yabancı dil puanının yükseltilmesi
gerektiği fikrine” katılıp katılmadığı soruluyor.
Son soru ile de, ikinci soruya “yükseltilmeli”
denilmişse, “doçentlik müracaatında gerekli olan yabancı dil puanının kaç
olması gerektiği” soruluyor.
55, 65 ve 75 seçenekleri var.
****
Hali hazırda yükseköğretim
sisteminde, akademik yaşamın farklı aşamaları için, merkezi olarak belirlenmiş
ya da yükseköğretim kurumları tarafından YÖK’ün belirlediği asgari koşullara
ek olarak konulmuş yabancı dil barajları var.
Ankara Üniversitesi gibi bazı
üniversiteler, yükseköğretimde kaliteyi artırmak gerekçesi ile, yabancı dil
barajlarını giderek daha yukarıya çekme eğilimindeler.
Yükseköğretim sisteminde yaygın
olarak baz alınan iki sınav var: YDS ve YÖKDİL.
Eskiden KPDS ve ÜDS diye iki
sınav vardı.
Birincisi tüm kamu alanı için,
ikincisi ise akademik alan için düşünülmüştü.
Ne tür bir ihtiyaçtan
kaynaklandı bilinmez, KPDS ve ÜDS kaldırılıp YDS diye tek sınav yapılmaya
başlandı.
YDS kolay bir sınav değildi ve
lisansüstü öğrenci olarak olsun sisteme araştırma görevlisi olarak girmek veya
akademik kariyer yapmak için olsun (spesifik bir kesimde!) yaygın bir zorlanma
söz konusuydu.
YDS kolaylaştırılamazdı, zira kamu görevlilerine ödenen dil tazminatı için kullanılıyordu!
Bu yüzden YÖKDİL diye bir sınav
icat edildi!
Bu sınavı, geçen yıla kadar Anadolu
Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi birlikte yaptılar.
Sonra ÖSYM devraldı.
YÖKDİL oldukça kolay başladı, ‘ihtiyaç
sahipleri’ aradan çıkarıldı ve adım adım zorlaştırıldı.
Şimdilerde YDS’den çok farklı
değil!
****
Akademik çalışma ve akademik
kariyer için yabancı dil yeterliği gerekli midir, diye sorulduğunda pek tabii
ki “gereklidir” denir.
Zira giderek daha fazla küreselleşen,
entegre olan bir dünyada yaşıyoruz, bilgi yerel olduğu kadar küresel/evrensel
nitelikler taşıyor, yükseköğretim sistemleri arasındaki ilişkiler yoğunlaşıyor, yabancı
dillerde yazılmış literatürü bilmek, araştırdıklarımızı, yazıp çizdiklerimizi
dünyanın farklı bölgelerindeki insanlarla paylaşmak, ortak akademik çalışmalar
yapmak, bunun için de gidip gelmek, farklı organizasyonlar örgütlemek falan
gerekiyor.
Belirli bir yabancı dil
yeterliğine sahip olmadan bunları yapabilmek mümkün değil!
Dolayısıyla akademik çalışma
alanına giren kişiler bir ölçüde yabancı dil yeterliği kazanmış olmalılar ve
zaman içinde bu yeterliği artırmalılar.
Peki akademik çalışma ve
akademik kariyer için yabancı dil puanı zorunlu olmalı mı?
Yüzeysel olarak bakıldığında, “madem
ki gerekli o halde zorunlu olsun” denebilir.
Ancak, mesele o kadar kolay
değil!
Bir kere akademik çalışma ve
kariyer için baz alınan sınavlar kişilerin yabancı dil yeterliklerini
belirlemek açısından ne kadar etkili?
Belirli bir kelime, bağlaç, yapı... setini bellemeyi gerektiren çoktan seçmeli bir sınav olan YDS’den başarılı olmak kişinin yabancı dil bildiğini ve bunu aktif olarak
kullanabildiğini gösterir mi?
Peki alamamak kişinin yabancı
dil yeterliği taşımadığını…
Daha önemlisi bizim gibi
ülkelerde yabancı dil yeterliği kazanmak sınıfsal bir nitelik gösterir.
Belirli bir kesim, çocukluğundan
itibaren elverişli koşullar bulur ve dil becerilerini geliştirir, toplumun
geniş yığınları ise, elverişli koşullara sahip değildir ve kamu eğitim sistemi
içinde, en iyi ihtimalle, tense geçişlerini ezberlemekten ibaret bir dil (İngilizce)
yeterliği kazanır.
Çoğu zaman, yabancı dil
yeterliği bir tür ‘insan sermayesine yatırım'ın (kolejler, özel dersler,
dershaneler, kurslar…) semeresidir.
Doğallığıyla yatırım yapacak
kişinin bir akara sahip olması gerekir!
Bu açıdan meseleyi sadece tanımlanmış kriteri karşılamak olarak değerlendirmek sınıfsal olarak topluma yukarıdan bakmak olur (bkz.İlber Ortaylı, Celal Şengör'giller).
Eğitim sisteminde ve genel
olarak toplumsal kültürde yabancı dil yeterliklerini artırmaya/geliştirmeye
dönük temel bir yapılanmaya ihtiyaç vardır.
Ki bu etkili bir kamu politikası
ile karşılanabilecek bir ihtiyaçtır.
Peki toplumun ya da adayların ihtiyaçları
kısa vadede karşılanamadığında neler yapılabilir?
Akademik çalışma alanına,
öğrenci veya akademisyen olarak girişte, yabancı dil yeterliği konusunda yüksek
barajlarla başlanmayıp, adaylar, öğrenciler, öğretim elemanları yabancı dil
yeterliklerini artırmaya dönük olarak desteklenebilir.
Nasıl mı?
Üniversitelerin yabancı dil
öğretimi birimleri neden var?
Öğrenci ve öğretim elemanı
değişim programlarını geliştirmek işe yaramaz mı?
Ve son bir değini; belirli bir
akademik uzmanlık alanı içinde yıllarca çalışmış ya da yabancı dil becerileri
düşük ama alan yeterlikleri yüksek insanlar konusunda yabancı dil barajlarını
farklı uygulamak gerekir.
Zira, alanında son derece
başarılı, öğretim becerileri gelişmiş ama salt merkezi bir dil sınavından
belirli bir puan alamadığı için akademik kariyerini sonlandırmak zorunda kalan
nice iyi öğretim elemanı var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder