Hakkımda

11 Haziran 2018 Pazartesi

Demokrasi mümkün mü?



Bir zamanlar sosyalist solda, devrimin hangi toplumsal güçlere dayalı olarak nasıl gerçekleştirileceği üzerine yoğun ve yaygın tartışmalar yapılırdı.
Devrimin programatik yönelimi ile hangi toplumsal güçlere dayalı olarak gerçekleştirileceği arasında güçlü bir bağ olduğundan söz edilirdi.
Şöyle ki, iki aşamalı bir devrim kurgunuz varsa,
birinci aşamada, adına ‘milli demokratik devrim’ deyin, ‘demokratik halk devrimi’ deyin ya da benzeri bir ad kullanın, geniş bir ittifaklar zeminine ihtiyaç duyardınız; işçi sınıfı, köylüler, küçük burjuvalar, esnaf… 
Kimilerine göre bu liste ‘ulusal burjuvazi’ye kadar uzatılabilirdi.
İkinci aşamada ise, ‘demokrasiyi kazanmış’ olarak kır çiçekleriyle kaplı yollarda sosyalizme doğru koşardınız!

Tek aşamalı, kimilerine göre ‘sürekli’, kimilerine göre ‘kesintisiz’ devrim hedefleyenler içinse ittifaklar zemini göreli olarak dardı; 'toplumsal değişimi kendi bünyesinde cisimleştirme becerisi gösterebilecek tek toplumsal sınıf' olarak işçi sınıfı, yoksul köylülük, kent yoksulları…

İki farklı yönelimin iki farklı demokrasi anlayışı vardı.
Birinciler için demokrasi, ‘insanlığın ortak tarihsel birikiminin siyasal bilançosu’ gibiydi.
‘Burjuva demokrasisi’ denilen kategoriden ‘hakiki’ olması ile ayırt edilebiliyordu!
İkinciler içinse, demokrasi, sınıflar mücadelesinin tarihsel bir zamandaki yoğunlaşma biçimiydi.
Burjuva egemenliğin sürekliliğini sağlamaya dönük ‘eşitsiz bir ödünleşme rejimi’nin adıydı.
Dolayısı ile, programatik düzeyde demokrasiye takılmamak, sürekli bir sosyalist inşayı hedeflemek, demokratik sorunları ise ‘geçerken çözmek’ gerekiyordu.

****
Zaman geçti, sosyalist siyasal alanın canlı tartışma iklimi değişti, entelektüel zemini kurudu.
(Siyasal alt kantininde, yukarıda ifade ettiğim meseleler dolayısı ile yan masamızdaki insanlara yabancılaşırdık. Bu, bir yönüyle problemli bir sosyalliğe ve siyasallığa işaret ederdi ama bir yönüyle de bir şeyleri ciddi olarak mesele ettiğimize!)
Türkiye siyaseti birkaç meseleye ve birkaç basit argümana kilitlendi.
Egemenler siyasetin konusunu, bireysel ve kolektif kimliklere, din ve mezhep alanına, yaşam tarzı ve ritüellerine çekti.
Zira bu zemin başarılarını garanti ediyordu!
Sosyalistler de aynı zemin içinde devinerek sürekli bir yenilgi tuzağına yakalanmış oldular.

Şöyle ki, bugün siyasetin ekseninde, egemenler için, devletin ve milletin birliği ve bütünlüğü; sosyalistler içinse, kolektif bir siyasal kimlik sorunu olarak gündeme getirilen Kürt meselesi var.
Bir de siyasal erkin merkezileşme ve yoğunlaşma yönelimi ve buna karşı çıkma gerekliliği!

Oysa, Cumhuriyet tarihinin en 'kapitalize' dönemini yaşıyoruz, muazzam bir emek sömürüsü var, yığınlaşmış işsizlik, genelleşmiş yoksulluk ve çaresizlik…

Yukarıda ifade ettiğim iki eksen tüm toplumsal sorunları yatay kesiyor ve o alana sıkışan siyaset toplumsal düzenin sürekliliğini sağlıyor!

****
Neyse demokrasiye döneyim.
Bir zamanlar demokratikleşme ulvi bir amaç olarak görülüyordu.
Liberallere ve belirli konjonktürlerde hızla liberallerin sol kanadını oluşturmaya hazır solculara göre, Avrupa Birliği yönelimi kurumsal ve yasal düzeyde bir dizi reformu beraberinde getirecek ve ülke tedricen de olsa demokratikleşecekti.
Avrupa Birliği doğrultusunda bir yol yüründü, birçok kurumsal ve yasal düzenleme yapıldı.
Bir dönem ‘bu iş olacak galiba’ diyenlerin sayısı arttı.
Ama sonuçta ‘acımasız gerçekler’e gelip dayandık!

Küresel kriz bir türlü ortadan kaldırılamıyor.
Bölgesel planda küresel krizle  bağlantılı bir şekilde siyasal yeniden yapılanma dinamikleri harekete geç(iril)miş durumda.
Türkiye egemenleri, kırılgan bir ekonomik ve sosyal zemine oturduklarının farkındalar.
Dolayısıyla, yeni döneme uyarlanmak için Cumhuriyetçi reflekslerini geride bırakıp yeni muhafazakar yönde yeni bir siyasal hegemonya arayışına girişmiş durumdalar.

Ancak bu arayışın büyük handikapları ve riskleri var!
 
****
Sonuçta bugünün Dünyası’ndan ve Türkiye’sinden, eşitsiz bir ödünleşme rejiminin adı olarak bile demokrasi beklememek lazım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İktidardan Kurtulmak!

Siyaset biliminin temel kavramı devlet değilse, iktidardır. İktidar, “toplum için son sözü söyleme yetkisi” olarak kavramsallaştırılan e...