Hakkımda

1 Haziran 2018 Cuma

Türkiye’de Eğitimin Yapısal Dönüşümü Bağlamında Yeni Liseye Geçiş Sisteminin Değerlendirilmesi


Künye:
Soydan, T. (2017). “Türkiye’de Eğitimin Yapısal Dönüşümü Bağlamında Yeni Liseye Geçiş Sisteminin Değerlendirilmesi”, Eleştirel Pedagoji Dergisi, Sınav Özel Sayısı, Aralık 2017, Ankara.


Türkiye’de Eğitimin Yapısal Dönüşümü Bağlamında Yeni Liseye Geçiş Sisteminin Değerlendirilmesi
                                                                                                                             Tarık Soydan[1]

Giriş
Sicilyalı Prens Lampedusa'ya ait olduğu söylenen bir söz vardır: ‘Hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştirmek.’ Aslında, tarihsel zaman içinde farklı politik aktörlerin kullanageldiği etkili bir egemenlik stratejidir bu. Günümüz Türkiye’sinde gittikçe merkezileşen ve toplum nazarında yoğunlaşan bir iktidar var ve bu iktidarın öncelikli işlevi ‘değiştirmek’; herşeyi altüst edecek tarzda devinmek, böylece hiçbir şeyi değiştirmemek! Yani toplumu belirleyen yapısal çelişkileri; mülkiyet düzenini ve bunun üzerinde varlık kazanan egemenlik ilişkilerini kendi çıkarına düzenleyerek öz olarak süreklileştirmek. Bunun içinse, hemen her alanda köktenci ve bütünsel değişikliklere gitmek.
Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sınavı’na (TEOG) dayalı sistem yerine Liseye Geçiş Sınavı (LGS) ve mahalli yerleştirme sistemine geçilmesi yukarıda anılan değişikliklerin en tazesi. Değişikliğin adı muhtelif;  Bakan Yılmaz’ın yaptığı bir açıklamada, “Eğitim Bölgesi ve Sınavsız Mahalli Yerleştirme Sistemi”, diğerinde “Veli Tercihli Serbest Kayıt Sistemi.” Aslında Bakan Yılmaz da farkında ki ismin bir önemi yok. Değişiklik olması yeterli!
Bu yazıda Türkiye’de eğitimin yapısal dönüşümü bağlamında yeni liseye geçiş düzenlemesi ele alınacak ve tartışılacaktır. Birinci bölümde Türkiye’de eğitimin yapısal dönüşümü, eğitim alanında yeni liberal ve yeni muhafazakâr politikaların yaygınlık kazanması üzerinden ele alınacak, ikinci bölümde yeni liseye giriş sistemi ve eğitim alanında yaratacağı olası sonuçlar tartışılacak ve son bölümde sonuç yargılarına yer verilecektir.

Türkiye’de Eğitimin Yapısal Dönüşümü
            Günümüzde Türkiye’de eğitim alanında, kapsamlı bir yeniden yapılandırma süreci yaşanmaktadır. Bu sürecin bir yönünü, tüm kamusal hizmet alanlarında olduğu gibi,  yeni liberal politikalar aracılığıyla gerçekleştirilen dönüşüm; diğer yönünü ise, siyasi iktidarın ideolojik-politik kimliğine bağlı olarak eğitim alanında yaygın hale gelen yeni muhafazakâr politikalar aracılığıyla gerçekleştirilen dönüşüm oluşturmaktadır.
            Kapitalizmin gelişimi toplumun kendini yeniden üretmesinin meta üretimine indirgendiği ve toplumsal ihtiyaçların üretilmesi ve karşılanmasının değişim değeri aracılığıyla gerçekleştirildiği bir toplumsal rasyonalite yaklaşımını zamanla egemen kılar (Cangızbay, 1987, 57). Bir başka ifade ile,  kapitalizmi toplumsal ilişkiler sistemi olarak tanımlayan temel özellik, ekonomik ilişkilerin diğer ilişkiler üzerinde belirleyici hale gelmesi ve bu belirleyiciliğin sürekli olarak artma/yoğunlaşma eğiliminde olmasıdır. Türkiye’de 1980’li yıllarla birlikte uygulamaya sokulan yeni liberal politikalar,  sermaye birikimi için temel değişkenler olan verimlilik, etkinlik ve rasyonellik adına, eğitimi de bir meta kategorisi haline getirmeye dönük işlevler görmüştür (Ercan, 1998).
Yeni liberalizm, küreselleşme sürecinin iktisadi, sosyal, siyasal ve yönetsel politika ve yaklaşımlarının ideolojik ifadesi olarak değerlendirilebilir. Bu açıdan, kamu hizmetleri alanının tasfiyesi, değilse ticarileştirilmesi, girişim ve girişimcilik merkezli bir toplumsal yapı ve kültürün şekillendirilmesi, yaşamın tüm alanlarında rekabetin ön plana çıkarılması, dayanışması yapıların ve kurumların çözülmesi, toplumda mülkiyet ve gelir eşitsizliğinin ve çeşitli ayrımcılıkların artması, buna rağmen araçsallaştırılmış ilkeler bütünü olarak demokrasi retoriğinin yaygın olarak kullanılması gibi bir dizi özellik yeni liberalizm içinde değerlendirilebilir.
            Kamu eğitim sistemindeki dönüşüm odağa alındığında, kuramsal temelde, kamu yönetimi alanında giderek etkinliğini artıran yeni kamu yönetimi paradigmasının öne sürdüğü argümanlarlarla eğitim sisteminde gerçekleşen kapsamlı dönüşüm arasında yakın bir ilişki olduğu söylenebilir. Yeni kamu yönetimi, 1970’lerden itibaren beliren, 1980’li yıllarda etkisini artırarak süreğen bir nitelik kazanan küresel krize, sermaye lehine çözüm bulabilmek üzere girişilen düzenleme politikaları (küreselleşme) bağlamında gündeme getirilen ‘yeni yönetim tarzı’nın kuramsal ifadesi olarak değerlendirilebilir. 
Özü itibariyle, işletme yönetimi ilkelerinin kamu yönetimi alanında kullanılmasını salık veren yeni kamu yönetimi paradigması, devletin hizmet kapasitesini şüpheyle karşıladığı için, sosyal devlet anlayışına ve kamu alanının büyümesine karşı çıkan, özel sektörün üstünlüklerine inanan, hizmet sunumunda rekabetçi piyasayı öne çıkaran yeni liberal yaklaşımın etkisiyle şekillenmiştir  (Manning, 2001; Sözen, 2002 ; Hague, 2013).
Minimal – etkin devlet, bürokratik olmayan yönetim, yerelleşme, piyasa koşullarına uyarlanmış kamu hizmetleri, özelleştirme, performans yönetimi, stratejik planlama, esnek personel düzenlemeleri gibi bir dizi yaklaşım ve politika yeni kamu yönetimi bağlamında değerlendirilebilir.
Toplam kalite yönetimi ilkelerinin Milli Eğitim Bakanlığı ve genel olarak Milli Eğitim Sistemi içinde kullanılmaya başlanması; Bakanlık, okul sistemi ve eğitim çalışanları için yeni bir yönetim ve denetim sisteminin getirilmesi; okul yöneticilerinin performans ve durum değerlendirme formları ile seçilip geçici sürelerle görevlendirilmeleri, yöneticiler ve öğretmenler için performans değerlendirme sisteminin ve rotasyon uygulamalarının gündeme getirilmesi, eğitim alanında esnek istihdam politikalarının savunulması ve bu konuda bazı uygulamalara gidilmesi, eğitim finansmanı konusunda devletin sorumluluğundan ziyade çok kaynaklı finansman modellerinin gündeme getirilmesi, okulların bir tür işletme (girişimci okul), öğrencilerin müşteri olarak kodlanması gibi yaklaşım ve politikalar yeni kamu yönetimi yaklaşımının eğitim alanındaki yansımaları arasında sayılabilir.
Türkiye’de eğitim alanında meydana gelen dönüşümün bir boyutunu da yeni muhafazakâr politikalar aracılığıyla gerçekleştirilen dönüşüm oluşturmaktadır. Muhafazakârlık, modernleşme süreci ile çözülen siyasal ve sosyo-kültürel yapıların ya da bu yapılara özgülenen anlam ve değerlerin korunması ve bunların sürekliliğinin sağlanması adına gösterilen tepkilerin şekillendirdiği bir tavır alış ya da düşünüş olarak tanımlanabilir (Bora, 1997). Yeni muhafazakârlık ise, muhafazakârlığın kadim değerlerini bünyesine alan, ancak liberal yaklaşımın tipik öğeleri ile bu kadim değerler arasında bir eklemlenme/uyumlaştırma ile karakterize olan, bu açıdan yeni liberalizmin yarattığı toplumsal tahribatı dengelemeyi ve toplumsal bütünlüğü, var olduğu haliyle muhafaza edip değişen koşullara göre yeniden üretmeyi hedefleyen ideolojik bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
Eğitim alanında yeni muhafazakâr politikaların yaygınlaşmasının en tipik görüngüsü imam-hatip okulu sayılarının hızla artırılmasıdır. Eğitim alanında dini cemaatlerin doğrudan ve dolaylı etkilerinin artması bir diğer önemli görüngüdür.  Örneğin son yıllarda Türkiye’de gayri resmi bir ‘sıbyan mektepleri’ sistemi, resmi okul öncesi ve ilkokul sistemine alternatif olarak işlerlik kazanmakta, karma eğitim uygulamaları giderek daha fazla hedef haline getirilmekte, müfredatın bilimsel özü yıpratılmakta; müfredat bir yandan araçsallaştırılırken diğer yandan dinsel ve geleneksel referanslara göre yeniden düzenlenmektedir. Bu açıdan, biyoloji disiplininin temelini oluşturan evrim teorisinin müfredattan çıkarılması tipik bir örnektir.

TEOG’a Dayalı Sistemden ‘Eğitim Bölgesi ve Sınavsız Mahalli Yerleştirme Sistemi’’ne: ‘İşçisin Sen İşçi Kal’
Bir süredir eğitim alanında yaşanan dönüşümün yeni bir ‘ilk sebebi’ var. Öyle ki, (haşa) ‘ol’ diyor ve oluyor! Önce yardımcı doçentlik kadrosu meselesi ve doçentlik mülakatları, sonra kademeler arası geçiş sistemleri; temel eğitimden ortaöğretime geçiş ve liseden üniversiteye geçiş. ‘Ol’ denildi ve oldu! Herhangi bir eğitim deneyimi olmayan bir bakanımız var. Ama değişim talebine tam bir itaatle yanıt veriyor. Meselenin bilgisine vakıf olmadığında bile!
Nihayet, ‘yeni sistem’ açıklandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan medya aracılığıyla direktif vereli bir iki ay olmuştu. Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sınavı (TEOG) yerine Liseye Geçiş Sınavı (LGS) ve ‘Veli Tercihli Serbest Kayıt Sistemi’ getirildi. Bu sisteme göre, herkes ikametgâhına en yakın okullara gidecek, bunun için her öğrencinin 5 tercih şansı olacak. Bu arada, hiç kimse istemediği bir okula gitmeye zorlanmayacak! İsteyen öğrenciler, proje okullarına (ve fen liseleri ile sosyal bilimler liselerine) gidebilmek için merkezi bir sınava girecek. Özel okullar ve yabancı okullar ise, ya Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenleyeceği merkezi sınava ya da kendi yapacakları sınavlara göre öğrenci kaydedecekler. Öğrencilerin yaklaşık  % 90’ı (yaklaşık 1 milyon 200 bin öğrencinin en fazla % 10’u proje okullarına gideceği için) ‘sosyal, sportif etkinlikler için de vakit bulabilecekler.’
 ‘Bir iki ay boyunca buna mı çalışıldı’ tereddüdü yaratacak kadar basit, ama bir o kadar da problemli görünen bu sistem hızla tartışılmaya başlandı. Oysa makul beklenti, sistemin yeni bir ticari ürün piyasaya sunulurken yapılan türden bir gizlilikle olgunlaştırılıp ahalinin önüne konulmamasıydı. Öyle olmadı. Neyse ki Bakan Yılmaz, sistemin sunumu için gerçekleştirilen toplantıda, yeni değişiklikler için gelecek önerilere açık olduklarını ifade etti! Zaten ahali de sisteme ‘nasılsa tez vakitte değişir’ kabilinden yaklaştı!
Sistem, % 10’luk öğrenci kontenjanı olan proje okulları, fen liseleri ve sosyal bilimler liseleri (Bakanın ve bakanlık yetkililerinin skandal ifadesi ile ‘nitelikli okullar’[2]) ile diğerleri (‘niteliksiz okullar’) arasında kesin bir bölünme öngörüyor. Elbette bir de özel okullar ve yabancı okullar var. Aşağıda Bakan Yılmaz’ın açıkladığı sistemin argümanları sıralanmış ve bunlar, içinde varlık kazandıkları bağlam göz önüne alınarak değerlendirilmiştir.

Herkes ikametgâhına en yakın okullara gidecek, bunun için her öğrencinin 5 okul tercih etme şansı olacak ve hiç kimse istemediği bir okula gitmeye zorlanmayacak!

Bakan Yılmaz’ın açıklamalarında “eğitim bölgesi” diye bir kavramdan söz edilmekte ancak bunun hangi mahali tanımladığına dair kesin bir belirleme bulunmamaktadır.  Sözkonusu edilen, büyüklüğüne göre, bir mahalle, semt, köy, belde, ilçe ya da il olabilir. Bu açıdan her bir eğitim bölgesinde öğrencinin tercih edebileceği 5 okul bulunacak mıdır ve/veya bu okulların türü (normal lise, mesleki teknik lise, imam - hatip lisesi) öğrencinin istemine uygun olacak mıdır?
Öyle görünmektedir ki bu durumda öğrencinin önünde, istemediği bir okula ve/veya okul türüne gitmek, açık liseye kayıt yaptırmak ve özel bir okul arayışına girişmek şeklinde üç seçenek olacaktır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın giderek artan imam - hatip açma performansı düşünüldüğünde (ki yeni açılan birçok proje okulu da imam-hatip niteliğindedir) öğrencinin gitmek zorunda kalacağı okul türü açığa çıkmaktadır. Bu seçeneği makul bulmayan öğrenci içinse özel okul seçeneği (temel lise) öne çıkmaktadır. Ne de olsa memlekette, bir pazarlama stratejisi olan ürün çeşitlendirmenin ve ürünleri belirli özelliklerine göre nitelik skalasına oturtmanın gereği olarak, ‘her bütçeye uygun’ temel lise seçeneği üretilmektedir!
Nüfusu kalabalık eğitim bölgelerinde okullar, öğrencilerin tercihleri nazarında yetersiz kaldığında ikili eğitim seçeneği gündeme gelmeyecek midir? Ya da hali hazırda ikili eğitim yapılan okullar, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2015-2019 Stratejik Planı’nda geçen ve yetkililer tarafından da zaman zaman dile getirilen, 2019 yılına kadar tekli eğitime geçme hedefi düşünüldüğünde, nasıl dönüştürülecektir?
Zira, yeni okullar yapılması bir bütçe sorunudur ve Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi içinde yatırımlara ayrılan pay yıllar içinde ciddi düşüşler göstermiştir. Öyle ki, 2002 yılında Bakanlık bütçesi içindeki payı % 17.18 olan yatırım bütçesi, 2016 yılında % 8.3 olarak gerçekleşmiş ve 2017 yılında % 8.5 olacağı planlanmıştır.
Bir başka açıdan, ikamet edilen eğitim bölgesindeki 5 okulu tercih etmekle sınırlanmak bir tür eğitim göçünü gündeme getirmeyecek midir? Aileler çocuklarının istemine uygun bir okul ve/veya okul türü bulabilmek için elverişli bir mahalde ikamet etmenin çarelerini aramaya başlamayacak mıdır?[3]
Daha önemlisi, kamu okul sistemine yeterince kamusal kaynak aktarılmadığı ve dolayısıyla okullar yerleşim biriminin olanaklarına (velilerin sosyo-ekonomik durumlarına) göre şekillendiğine göre, eğitim bölgeleri arasındaki farklılıklar/eşitsizlikler okul sistemine yansımayacak mıdır? Merkezi sınavla yerleştirme şansı bulabilecek öğrenciler dışında kalan öğrenciler, içinde yaşadıkları yerleşim biriminin özelliklerinin belirlediği okullara devam etmeye zorlandıklarında, bu durum, toplumsal eşitsizliği eğitim aracılığıyla yeniden üretmek anlamına gelmeyecek midir?

İsteyen öğrenciler, proje okullarına (ve fen liseleri ile sosyal bilimler liselerine) gidebilmek için merkezi bir sınava girecek, bu liselerin kontenjanı toplam lise kontenjanlarının % 10’unu teşkil ettiği için öğrenciler üzerindeki sınav baskısı ortadan kaldırılmış olacak; böylece öğrenciler sosyal, sportif etkinlikler için de vakit bulabilecekler!

TEOG sınavına dayanan sistemin değiştirilmesi için emir telakki edilen sözler, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, 17 Eylül 2017 tarihinde söylenmişti. Erdoğan eleştirisini öğrenciler üzerindeki sınav baskısına binaen yapmıştı. Peki yeni sistem, iddia edildiği gibi, öğrenciler üzerindeki sınav baskısını ve sınava dayalı etkinlikleri/ekonomiyi ortadan kaldırır mı?
Toplam lise kontenjanının % 10’una tekabül eden sayıdaki ‘seçkin’ öğrenciyi belirlemek için yapılacak merkezi sınava (ki sınavın soru sayısı 60 olarak açıklandı, bu tür bir sınavda soru sayısının bu kadar az olması sınavın geçerliği açısından büyük sorunlar yaratır) neden az sayıda öğrenci hazırlansın ve girsin ki? Aileler çocuklarının ‘niteliksiz’ okullara layık olduğuna neden kolayca ikna olsunlar ki?
Dolayısıyla yeni sistem, sınav baskısını ve sınava dayalı olarak gelişen etkinlikleri/ekonomiyi (dershaneler, etüt merkezleri, özel dersler, kitaplar, dergiler…) eskisini aratacak tarzda artıracaktır. Bakan Yılmaz’ın sınav baskısının ortadan kalkmasıyla beraber gündeme geleceğini söylediği sosyal ve sportif etkinlikler de başka bir bahara kalacaktır!

Özel okullar ve yabancı okullar ise, ya Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenleyeceği merkezi sınava ya da kendi yapacakları sınavlara göre öğrenci kaydedecekler!

Özel okulların yeni sistemi heyecanla ve ellerini ovuşturarak izlediklerine şüphe yoktur. Zira yeni sistem öğrencinin seçeneklerini daraltmakta ve onu özel okullara yöneltmektedir. Türkiye’de özel öğretimin toplam öğretim içindeki payı geçmişte yıllar boyunca % 3’ü geçmemiştir. Zira emekçi halkın milli gelirden aldığı pay sınırlıdır. Ülkede ciddi bir gelir dağılımı adaletsizliği bulunmaktadır. Halkın önemli bir çoğunluğu eğitimi bir kamu hizmeti olarak değerlendirmektedir. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ikinci ve özellikle üçüncü iktidar döneminde özel öğretimin payında ciddi bir artış gerçekleşmiştir. Öyle ki, 2017-2018 eğitim-öğretim yılında bu pay % 8’e çıkmıştır.
Bu yükselişte, üniversiteye hazırlık dershanelerinin kapatılarak, Gülen Cemaati ile iltisaklı olanlar dışındakilerin özel okul olmaya teşvik edilmeleri (temel liseler) ve öğrencilerin, belirli koşulları sağlamaları halinde, özel öğretim kurumlarına devam etmesi için bu kurumlara devlet eliyle ciddi paralar ödenmesinin etkili olduğu söylenebilir. Sağlık alanında daha evvelce başlatıldığı gibi, devlet, özel öğretim kurumlarını türlü şekillerde desteklemekte ve böylelikle eğitim alanında özel sektörün bir kapasite yaratmasını sağlamaya çalışmaktadır. Hedeflenen kapasite oluştuğunda devlet aradan çekilecek; ‘müteşebbis’ ile ‘müşteri’ karşı karşıya kalacaktır!
Bu durum fırsat eşitliği argümanı ile meşrulaştırılmaya çalışıldığında ise kadim tartışmalara kapı aralanacaktır. Fırsat eşitliği, geçimsel ya da toplumsal değil, tüzel bir eşitliktir (Eroğul, 2009, 99). Bu niteliği ile, liberal demokrasi geleneğine; bu geleneğin tipik savlarına ve yine bu geleneğin iktisadi arka planını oluşturan liberal iktisadi yaklaşıma dayanır.
Tarihsel süreç içinde, toplumsal mücadele süreçlerine bağlı olarak gerçeklik kazanan ve genişleyen sosyal haklar çerçevesine rağmen, burjuva siyasal sistemlerin eşitliğe yükledikleri anlam ‘fırsat bağımlı’ olmayı sürdürmüştür. Kapitalist ekonominin genişleme dönemlerinin sağladığı imkânların toplumsal mücadele dinamiklerinin basıncıyla ekonomik ve toplumsal haklara dönüştüğü tarihsel süreçlerde bile, kapitalist toplumlara egemen olan eşitlik kavrayışı, sınırlı, koşullu ve fırsatlara indirgenmiş bir nitelik göstermiştir.
         Genel olarak kamu hizmetleri alanının tasfiyesini,  eğitim alanında özelleştirme ve ticarileştirme politikalarının gerekliliğini va’az eden çevrelerin kapitalist toplumsal formasyonun yapısal özellikleri dolayısıyla varlık kazanan ve yeni liberal politikalar nedeniyle artan toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak üzere fırsat eşitliği argümanına sığınmaları paradoksaldır. Zira, fırsat eşitliği argümanının şekli tanımı ve buna uygun düzenlemeler farklı toplum kesimlerinin toplumsal pozisyonlarının yeniden üretilmesi anlamına gelir. Fırsat eşitliğinin, olanaklarda ve sonuçlarda eşitlik sağlamaya dönük olarak geliştirilmesi ise, uygulanan yeni liberal ekonomik ve toplumsal politikaların genel mantığı ve sonuçları düşünüldüğünde, beklenen etkileri doğurmaz.
            Fırsat eşitliği argümanının yukarıda ele alınan tartışmalı doğası bir yana, hali hazırda yürütülen eğitim politikası ve yeni liseye geçiş sistemi ile yapılan değişiklikler, örneğin öğrencinin oturduğu mahalde bulunan 5 okulu tercih etmekle sınırlanması ve/veya belirli okul türlerine mecbur bırakılması, fırsat eşitliğini de zorlayan; hak kavrayışını pre-modern dönemlere kadar gerileten bir yaklaşımdır.

Sonuç
Hak ve özgürlüklere ilişkin klasik yaklaşım üzerinden ele alınacak olursa, eğitim temel bir sosyal haktır. Eğitimin temel bir sosyal hak olarak tanınması onun kamusal olarak örgütlenmesi ve bir kamu hizmeti olarak sunulması gerektiği anlamına gelir. Kamu hizmeti ise, kamu yararı gözetme, piyasa koşullarından bir ölçüde bağışık tutulma, kamusal usul ve esaslara tabi olma gibi özelliklerle belirlenir (Karahanoğulları, 2002).
Eğitim, diğer kamu hizmetleriyle birlikte, kapitalist toplumda gelirin birincil paylaşımının gerçekleştiği üretim süreci dışında, gelirin ikincil paylaşımının gerçekleştiği bir hizmet alanıdır. Bu niteliğiyle eğitim yukarıya doğru sosyal hareketliliğe katkı sağlar. Oysa Türkiye'de şimdilerde eğitim, toplumsal hareketliliğe elverme niteliğini hızla kaybetmektedir. Yani göreli olarak elverişsiz sosyal ve ekonomik koşullardan gelen çocuklar, eğitim aracılığıyla bir meslek edinme, böylece içinde bulundukları elverişsiz koşulları aşma şansını hızla yitirmektedir.
Bowles ve Gintis (2001) Amerikan eğitim sistemi üzerine yaptıkları araştırmalarda, sistemin toplumdaki eşitsizlikleri yeniden üretmek gibi temel bir işleve sahip olduğunu belirlemişlerdir.  Yeni liseye giriş sistemi, gerek öğrencileri içinde yaşadıkları mahaldeki 5 okul ve belirli bir okul türü ile sınırlarken gerekse okulları kendi içinde ‘nitelikli’ ve ‘seçkin’ /’niteliksiz’ ve ‘sıradan’ olarak kesin sınırlarla bölerken farklı toplumsal sınıflar ve kesimler arasındaki eşitsizlikleri de yeniden üretmeyi beraberinde getirecektir. Bir aşamadan sonra, toplumsal hareketliliğe örnek gösterilecek tek kategori, bir istisnaya işaret eden, ‘yoksul ama başarılı’ öğrenci kategorisi olacaktır. Ki onlar aracılığıyla da sistem meşrulaştırılmaya çalışılacaktır!
Eğitim - öğretim, öğretmen, okul ve kurum yöneticisi, yardımcı hizmet çalışanları, bina-teçhizat-donanım, sürekli giderler ve müfredat ile yapılır. Kişilerin oturduğu mahallerdeki okulların eğitsel niteliğini, gerek personel gerekse alt yapı ve kaynak yönünden, kamusal usul ve esaslara uygun olarak, geliştirip kamu okul sistemini kendi içinde standartize edemediğiniz sürece, yeni liseye geçiş sistemi, toplumda var olan çok yönlü eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları yeniden üretmeye hizmet edecektir.


Kaynakça
Bora, T. (1997). Muhafazakârlığın Değişimi ve Türk Muhafazakârlığında Bazı Yol İzleri, Toplum ve Bilim Dergisi, Sayı: 74, sy.6-31, İstanbul.
Bowles, S. & Gintis H. (2001). Schooling in Capitalist America Revisited, Sociology of Education.tex–JEP Paper (November 8), http://www.umass.edu/preferen/gintis/soced.pdf, İndirilme Tarihi: 14.09.2016.
Cangızbay, K.(1987). Siyaset Ötesi Toplum, İstanbul: V Yayınları.
Ercan, F. (1998). Eğitim ve Kapitalizm: Neo-Liberal Eğitim Ekonomisinin Eleştirisi, Ankara: Bilim Yayıncılık.
Hague, M. S. (2013). “New public management: Origins, dimensions and critical implications”, Public Administration and Public Policy, Vol.1, http://www.eolss.net/Sample-Chapters/C14/E1-34-04-01.pdf, İndirilme Tarihi: 20.04.2013.
Karahanoğulları, O. (2002). Kamu Hizmeti (Kavram ve Hukuksal Rejim), Ankara: Turhan Kitabevi.
Manning, N. (2001). “The legavy of the new public management in developing countries”,  International Review of Administrative Sciences, Vol. 67, pp.297-312.
Sözen, S. (2002). “New public management reforms: The british experience”, SBF Dergisi, C.57 (2), sy. 139-159, Nisan – Haziran, Ankara.




[1] Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Yönetimi Bölümü, Yrd. Doç. Dr.

[2] Bakan Yılmaz bu konuda gelen eleştirileri şöyle yanıtladı: “Bir okul grubuna nitelikli demek, diğerlerini niteliksiz yapmaz. Birine yakışıklı dedik diye diğerleri çirkin mi olacak?”
[3] Tam da bu sorun tartışılırken Bakanlık’tan yeni bir açıklama geldi. Bakanlık, öğrencinin belirli bir mahalden okul tercihinde bulunabilmesi için 6 ay gibi bir süre o mahalde ikamet ediyor olması koşulu getirecekmiş. Bu ‘parlak’ fikir, olağan yer değiştirmelerde, örneğin iş değişikliği, tayin gibi durumlarda, çocukların okul tercihlerinin nasıl olacağını atlamış görünmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İktidardan Kurtulmak!

Siyaset biliminin temel kavramı devlet değilse, iktidardır. İktidar, “toplum için son sözü söyleme yetkisi” olarak kavramsallaştırılan e...