Hakkımda

24 Eylül 2018 Pazartesi

Trabzon İzlenimleri III


Trabzon’a daha önce iki defa gitmiştim.
İlki 1996 yılındaydı ve kentten şöyle bir geçmekten ibaretti.
Sisler arasında belli belirsiz seçilen yeşil ve güzel bir kent kalmış belleğimde.
İkincisi bir-bir buçuk yıl kadar önce gittiğim bir sınav göreviydi.
Bu göreve ilişkin izlenimlerimi iki parça halinde bloğumda paylaşmıştım.
Geçen hafta sonu Trabzon'da yapılan merkezi bir sınavda temsilci olarak görevliydim.
Perşembeden pazara, üç gün boyunca Trabzon’da bulundum.
Bu yazıda son ziyaretimden izlenimler paylaşmak istiyorum.

****

Esenboğa’da Trabzon uçağına binmek için bekliyoruz.
Geçen gittiğimde etraf peçeli Suudi turistlerden geçilmiyordu.
Bu defa peçeli olanları az, diğer Suudiler de o kadar fazla değiller.
Mevsimden herhalde!
Anadolu Jet uçaklarına 'kasaba dolmuşlarının irisi ve uçanı' desek çok da yanlış olmaz!
Sıkış tepiş bir yolculuk.
Trabzon’da zaman zaman güneşin yüzünü gösterdiği kasvetli bir hava var.
Nem çok rahatsız edici.
Arabaların içi bile küf kokuyor.

Sağolsunlar Karadeniz Teknik Üniversitesi içindeki sınav bürosu çok sorumlu insanlar tarafından idare ediliyor; tüm sınav organizasyonu tamam, kalacak yerler, ulaşım, gidilip görülecek yerler vs. de düşünülmüş.

Dört yıldızlı olduğu söylenen bir otelde kalıyoruz.
İnternetten, Ets üzerinden rezervasyon yaptırmıştım, rezervasyon sayfasında herşey sıralanmıştı; spor salonu, spa, havuz…
‘Pahalı bir otel ama hiç yoktan spor salonu varmış, toparlanmaya ihtiyacım var, üç günde üç antreman, ne güzel olur’ diye geçirmiştim aklımdan.
Resepsiyon görevlisi, ‘spor salonumuz, spamız, havuzumuz… daha hizmete girmedi’ dediğinde toparlanmak için elimde kalan tek aktivite, sessiz bir ortamda uzun uzun uyumak oldu.
İki küçük çocuklu zavallı bir baba için az şey değil bu!

Otel’de dört yıldızlık pek bir şey yok, bolca Suudi turist ve bizler…
‘Hiç yoktan üç gün dinlenir, birşeyler okur ve arada da kenti gezerim’ diye düşünüyorum.
Sınav ekibimiz ilk günden organizasyonlara girişmiş durumda, sevimsiz olduğumun farkındayım ama insan ilişkileri alanının dışında kendi başıma takılmayı tercih ediyorum.
Biraz dinlenmeli ve kenti anlamaya çalışmalıyım!

“Meydan” dedikleri yer otelden iki kilometre kadar uzakmış, yürümek ve etrafa bakmak istiyorum.
Enteresan bir şey yok; yüz bin kadar nüfusu kaldırabilecek bir kenti üç buçuğa katlamışlar, TOKİ ve müteahhitler yarışmışlar, fındık bahçelerini sökmüşler, dağlar taşlar çok katlı apartmanlarla dolu, sahil boyunu yer yer 500 metre, belki daha fazla doldurup yerleşim bölgeleri yapmışlar, devletin merkezi ve/veya yerel gücünü ya da desteğini elinde bulunduranlar rant alanları oluşturmuş, çok katlı binalar yapıp zengin Araplar’a satmışlar, yerleşimin herhangi bir standartı yok, yollar dar, trafik yoğun ve tamamen kuralsız, kentte rahatsız edici bir uğultu…

Trabzon 'iki dilli' bir kent!
Her yerde Arapça dükkan tabelaları.
Meydan'daki eczane bile 'iki dilli.'
Düşünüyorum da, bir tekinde Kürtçe geçse acaba ne olur?
Bu ahali, Suudilere gösterdiği özeni Kürtlere de gösterir mi?
Sonra işin içinde çıkar olduğu geliyor aklıma.
Dillerinin kamusal olarak tanınmasını ve işlerlik kazanmasını arzu eden Kürtlere zenginleşmelerini salık veriyorum!

Yolumun üzerinde birkaç tane otel var.
Birinin adı “Paradise Lost.”
“Kayıp Cennet” demeye getirmişler ama ne otel cennete benziyor ne de otelin adı İngilizce böyle yazılır!
Osmanlı adını ve simgelerini pek seviyorlar bu kentte!
Ottoman Otel, tuğralı kapıları, sahilde kocaman bir tuğradan heykel, Yavuz Selim’li kurumlar, Kanunili mekânlar…
Ne de olsa Osmanlı şehzadelerinin popüler mekânlarından biri Trabzon sancağı.
Kanuni’nin doğduğu söylenen ev var burada.

Trabzon trafiği anarşi içinde ve bunun müsebbibi konumunda bolca küçük dolmuş var; birinin arkasında eski kutlu günlere özlem ayırdediliyor; “heves etme, eski tadı yok.”

Meydanda çay ocakları, küçük bir park, diğer yeme-içme mekânları...
Hakkını vermek lazım, çayı güzel yapıyorlar.
Çok da ucuz, öyle ki bir liraya kaliteli ve taze çay içiyorsunuz.
Diğer yeme-içme mekânları da pek pahalı değil, pideleri güzel, ekmekleri dolu dolu ve lezzetli.
Az ileride çarşı-pazar var; bankalar, dershaneler, ara sokaklarda kuyumcular, türlü türlü mağazalar…

Hazır aylak aylak dolaşıyorken LC Waikiki’ye uğrayıp Renas’a birşeyler alayım diyorum.
Çocuk bu yaz hızlı büyüme ataklarına girişti, neredeyse hiçbir giysisi üzerine olmuyor.
Mağazada pantolonlara bakınca içim sızlıyor, çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden baba geliyor aklıma, sonra vahim hadiseyi yorumlayan devletlû sendika yetkilileri ve diğer devletlûların demeçleri…
Öyle üst kalitede ürünler satan bir mağaza değil bu, ortalama şeyler satıyor.
Ama herşey ne kadar pahalı olmuş!

Sahile doğru ineyim, deniz görmeden Trabzon’dan gitmeyeyim diyorum.
Sahil Meydan'ın 500 - 600 metre kadar aşağısında.
Çay bahçeleri, balık - ekmekçiler, parklar falan var ama neredeyse kimse yok.
Sahilden hoşlanmıyor bu ahali!
Sahilde kayaların arası çöplük olmuş; bira, kola, gazoz şişeleri, çekirdek kabukları, türlü ambalajlar…
Denize yaklaştıkça ağır bir koku; denizin kenarında kanallar var, kentin pisliği bu kanallardan denize akıyor.

Sınavdan önce, sağolsunlar bizim için bir kent turu düşünmüşler.
Önce “Atatürk Köşkü”ne çıkıyoruz.
Daha önce de ziyaret ettiğim bir yer.
Bir Rum zengininin yazları kalmak üzere 1890 yılında yaptırdığı bir binaymış, 1923 yılında hazineye kaydedilmiş, sonra vali tarafından ‘Trabzon halkı’ adına Atatürk’e hediye edilmiş, Atatürk’ten sonra Makbule hanıma miras kalmış, 1943 yılında Trabzon Belediyesi tarafından satın alınarak Atatürk Müzesi olarak düzenlenmiş ve ziyaretlere açılmış.
Köşk güzel, dört katlı taş bir bina, bahçesi de çok güzel düzenlenmiş, binanın tavanları yüksek, odaları geniş ve ferah, o dönem için lüks sayılabilecek eşyalarla ama sade bir şekilde döşenmiş, Atatürk’ün vasiyetini burada yazdığı söyleniyor.

Zamanımız az, bu yüzden Kanuni Evi’nin yanından geçip “Ayasofya Camii”ne doğru gidiyoruz.
Kentteki hemen tüm eski camiler gibi bu cami de kilise iken camiye çevrilmiş.
Sorarsanız tüm dinler ‘hoşgörü dini’ olmaktan söz ederler, ama bir dine mensup olanlar diğer dinlerden olanları fethettiklerinde ilk işlerinden biri kutsal mekanlarını dönüştürmek olmuş!

Caminin yakın zamanda restorasyondan geçtiği anlaşılıyor.
Epeyice zarar görmüş olsa da tavan süslemeleri ve resimleri duruyor.
Garip olan şeylerden biri, tarihi mekânı iklimlemek için içeriye iki büyük boy klima takmış olmaları!
Ayasofya’nın bulunduğu yerden sahile bakıyorum, eskiden dalgalar vururmuş Ayasofya’nın duvarlarına, şimdi ise sahil 500 ile 1000 metre uzaklıkta.
Denizi bu kadar doldurmuşlar işte!

Sınavdan sonra sınav ekibine karışıp Meydan’a gidiyorum yine.
Yemek yemeğe.
Trafik tam bir keşmekeş.
Trabzonspor’un maçı var ve tünellere bile park yapıldığını söylüyor şoförümüz.
Meydana yakın bir lokantada bir buçuk metre kadar uzunlukta güzel bir pide yapıyorlar.
Pidenin her yanında farklı malzemeler kullanarak.
Dönüşte dolmuş içinde maç sohbeti var.
Trabzon ahalisi fena halde ‘atarlı’ ve Trabzonspor konusunda çok hassaslar.
Bizden biri ‘Göztepe kazandı’ diyor.
Gençten bir Trabzonlu, ‘yapma abi daha demun 2-2 idu, bak yola gideyrum, kandurma benu’ diye serzenişte!


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İktidardan Kurtulmak!

Siyaset biliminin temel kavramı devlet değilse, iktidardır. İktidar, “toplum için son sözü söyleme yetkisi” olarak kavramsallaştırılan e...