Hakkımda

12 Haziran 2020 Cuma

Dünyalık Aklın Araçsal Din Kavrayışı Üzerine


Eğitim Ekonomisi alanında, İnsan Sermayesi Kuramı (Human Capital Theory) ya da Beşeri Sermaye Yaklaşımı diye bir kuram var.
Akademik alanda eğitim - istihdam ilişkileri ve eğitimde finansman yaklaşımları gibi konuları çözümlerken ele aldığımız bir kuram.

Amerikalı ekonomist Theodore Schultz’un 1960’ların ilk yıllarında dile getirdiği ve 1962’de Gary Becker’ın geliştirdiği bir kavram olan “insan sermayesi”, iktisadi bir kategori olarak insanın kendi başına bir yatırım faktörü olduğu, başta eğitim ve yetiştirme olmak üzere çeşitli etkinliklerle insanın üretim sürecindeki verimliliğinin artırılabileceği ve bunun ekonomi için büyüme, birey içinse gelir artışı anlamına geleceği iddiası üzerinde yükseliyor.

Makro ekonomi düzeyindeki verimlilik ve büyüme kavramlarını bir kenara bırakırsak, insan sermayesi kuramı, bireysel ölçekte, kişilerin çeşitli eğitim ve yetiştirme olanaklarından yararlanmakla kalifiye nitelikler kazanacaklarını, dolayısıyla istihdam edilebilirliklerini artıracaklarını ve daha elverişli işlerde çalışacakları için de gelirlerini yükseltebileceklerini iddia ediyor.

Eğitim ve yetiştirmenin niceliği + niteliği = Elverişli bir iş/meslek sahibi olma ve çok para kazanma.

'Böyle midir' derseniz, 'çoğu zaman değil!'
Zira öyle olsaydı 600 bine yakın atanamayan öğretmen adayımız olmazdı!
Meselenin, toplumsal düzenin özelliklerine, sermaye birikim rejimine, kamu politikalarına, demografik özelliklere, konjonktüre...göre bir yığın dolayımı var.

Neyse, derdim 'ders anlatmak' değil!
Sadece, eğitimi olabildiğince araçsallaştıran, 'altın bilezik takmak' diye geleneksel literatürümüze geçmiş, günümüzde yeni liberal bir form kazanıp eğitimi piyasaya açmanın gerekçesi haline gelmiş, paket programlar aracılığıyla insanların ellerindeki üç-beş kuruşa göz dikmiş eğitim piyasası haramilerine harç olmuş bu yaklaşıma değinerek başka bir araçsallaştırmaya dikkat çekmek.

Ne dindar bir insanım ne de engin bir ilahiyat bilgim var.
Sadece ilahi metinleri ve ilahi konular hakkında yazılıp çizilenleri okur ve bunlar üzerine düşünüm.

Herhalde dindarlık konusunda iddia sahibi biri olsam, elime esaslı bir kızılcık sopası almadan ahaliye karışmazdım!

Toplumda yaygın olan ve kurumsal popüler mekanizmalar aracılığıyla topluma va'az edilen yaklaşım şu:

Bir sevaplar kataloğu var, bir de günahlar...
İman ve itikatın, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek gibi gereklilikleri var.
Bunları yerine getirirseniz Allah'ın rızasını almış ve sevap kazanmış olursunuz.
Bunları yerine getirmemek ve kul hakkı yemek, yalan söylemek, hırsızlık yapmak, haksızlık yapmak, 'ahlaksızlık' yapmak gibi ihlaller var.
Bunları yaparsanız da Allah'ın rızasına aykırı davranmış ve günaha girmiş olursunuz.
Sevap miktarınız günah miktarınızı aşarsa Cennet'e gitmeniz işten bile değildir!
Yani mesele bir bakkal hesabından ibarettir; sevaplar gelir, günahlar ise giderdir.
Bilanço pozitif değer alırsa Cennet, negatif değer alırsa Cehennem!

Hak mı yediniz, yalan mı söylediniz, hırsızlık mı yaptınız, kamusal olanakları kendi çıkarınıza mı kullandınız, türlü hayasızlıklara mı kalkıştınız, kayırmacılık, ayrımcılık mı yaptınız...
Toplayın bunları, kaç birim yaptı, 100 birim!
Namaz mı kıldınız, hacca mı gittiniz, zekat mı verdiniz, oruç mu tuttunuz, hayır mı yaptınız..
Kaç birim yaptı, 90 birim!
Olmadı, en az 11 birimlik sevaba ihtiyacınız var!
Umreye gidin öyleyse!
Yetmedi mi?
Kadir Gecesi'ni iyi değerlendirin!...

Hani seküler anlağımla falan değil, din - iman bağlamı içinden konuşuyorum; 'böyle bir din, böyle bir inanç yok!'
Bu yaklaşım, dini, imanı kötüye kullanmak, onu araçsal hale getirip dünyalık bir ideolojiye (adını da koyalım, yeni liberal kapitalizmin ideolojisine) dönüştürmek demek!

Nerede, bir ömür boyunca tekkeye hizmet edip, kendi varlığını Hak'ka adayan Yunus, nerede üç kuruşa beş köfte hesabı yapan zevat!

Eğer Allah'ın rızası kazanılmak isteniliyorsa, imanın inancın özüne, iyi bir insan, iyi bir Müslüman olmaya çalışılır; itikatın şekli gereklilikleri ile birlikte, hak yenmez, hırsızlık yapılmaz, yalan söylenmez, zalime arka çıkılmaz, hedonistik bir varlık olarak dünyalık zevkler peşinde dolaşılmaz, servet biriktirilip gömü yapılmaz, insan, başkasının yüzünde patlayan şamarın sıcaklığını kendi yanağında duyar...

Ha, bunları yapınca Kevser ırmağından kana kana içmek garanti midir?
Bırakın bunu da Allah takdir etsin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İktidardan Kurtulmak!

Siyaset biliminin temel kavramı devlet değilse, iktidardır. İktidar, “toplum için son sözü söyleme yetkisi” olarak kavramsallaştırılan e...