Hakkımda

6 Ağustos 2020 Perşembe

İstanbul Sözleşmesi Tartışmaları Ne Anlama Geliyor?

 

Ön not:

Akademisyenler/bilim insanları, özellikle kamu alanında çalışanlar, sadece ilgili mevzuatın kendilerine yüklediği sorumlulukları yerine getirdikleri; eğitim-öğretim, araştırma-yayın ve 'topluma hizmet' adı altında bazı etkinlikler gerçekleştirdikleri için maaş yani toplumsal kaynaklardan pay almazlar; belirli bir statü, saygınlık, yaşam standartı edinmezler. Toplum yararına devinme ve/veya halka hizmet etme gereğinin bir karşılığı olarak toplumun emek ürünlerinden kaynağını alan bir gelire ve toplumsal ölçekte kendilerine tanınan bir konuma sahip olurlar. Mesleki devinimlerine eşlik etmesi gereken duygu 'hak etmişlik' değil “topluma borçluluk”tur. Dar anlamda uzmanlık alanları ile kendilerini sınırlayanlar, taşların arkasına saklanıp tedirgin gözlerle etrafı izleyenler, mikro ya da makro ölçeklerde olsun güç ve iktidar ilişkileri içinde kendilerine çıkar ve ikbal arayanlar entellektüel/aydın değil bir rol kalıbıyla hareket eden teknisyenler olabilirler ancak.

O yüzden Osmanlı-Türk modernleşmesi sürecinde onca çabayla elde edilmiş temel kazanımlar bir bir yitip giderken kamuya açık bir ses vermekten bile imtina ederler.

***

İstanbul Sözleşmesi, Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan bir sözleşme. İlk imzalayan ülke Türkiye. Sözleşme, Türkiye’de 1 Ağustos 2014 tarihinde resmen yürürlüğe girmiş. 81 madde ve 1 ekten oluşan 30 sayfalık bir metin. Özünde, kadının toplumsal statüsünün yasal ve toplumsal olarak güçlendirilmesini hedefliyor ve kadına yönelik şiddetin, ayrımcılığın, istismarın engellenmesini amaçlayan maddeler içeriyor. Neyin, neden, nasıl yapılması gerektiğini, sürecin aktörlerinin kimler olacağını ve denetim/izleme mekanizmasının nasıl şekilleneceğini ayrıntılı bir şekilde düzenliyor.

***

Daha soldan bir yaklaşımla, ‘liberal’ bir metin!

Toplumsal düzenin yani mülkiyet düzeni ve bu düzen üzerinde şekillenen siyasal sistemin bütünlüğü üzerinden konuya yaklaşmadığı için.

Bir de hukukun/düzenlemenin değeri ya da karşılığı sorunu var!

Ulusal ya da uluslararası ölçeklerde olsun, hukuk, son tahlilde, güç ilişkilerinin yoğunlaşma biçimlerinden birine karşılık gelir.

Ulusal ölçekte, toplumdaki mülkiyet, güç ve iktidar ilişkileri, uluslararası ölçekte ise dünya devletleri arasındaki güç dengesi hukukun nasıl işleyeceğini belirler.

Belirli bir değer sisteminin norm sistemine dönüşmüş ifadesi olduğunu söyleyebileceğimiz hukuk, mevzuata dönüşmüş olmakla, doğrudan sonuç yaratmaz.

Temel hak ve özgürlükler açısından söylersek, düzenlemeye konu olan alanda etkili bir mücadele/sahiplenme olmalıdır ki ilgili norm karşılık yaratabilsin.

 

***

Şimdi bunları bir kenara bırakalım, İstanbul Sözleşmesi ne diyor ve neden bu sözleşmeye karşı çıkılıyor bir bakalım.

Sözleşme, düzenlediği konuyla ilişkili uluslararası sözleşmelere, bildirilere, içtihatlara göndermeler yaparak başlıyor. Amacı, bağlamı, bu arada kavramsal zemini veriyor.

Toplumsal cinsiyet, sözleşmenin en önemli kavramı. Sözleşmeye göre, “herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler” toplumsal cinsiyet olarak anlaşılmalıdır.

Ayrımcılık, sözleşmenin temel kavramlarından biri olup çeşitli kamu politikaları ile üstesinden gelinmesi gereken bir ihlal biçimi/kümesi olarak ele alınıyor: “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.”

Sözleşmede tarafların, meselelere toplumsal cinsiyet temelli bir bakış açısı ile yaklaşma ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğe ve kadınların güçlendirilmesine yönelik eyleme geçme sorumluluğu ayrıntılı bir şekilde düzenleniyor.

Peki, ‘İstanbul Sözleşmesi aile yapımızı dinamitliyor, toplum yaşamımıza zarar veriyor’ şeklinde feveran içinde olan muhteremlerin derdi ne?

En etkili karşı çıkış argümanı ile başlayalım: ‘Sözleşme eşcinselliğe teşvik ediyor!’

30 sayfalık metinde eşcinsellikle ilintili olarak yalnızca bir ifade var; farklı eşitsizlik öğeleri sıralanırken, “cinsel yönelim” ifadesi de geçiyor.

Toplumda farklı cinsel yönelime sahip insanlar var mı? Var. Ne yapalım, onları kentin en yüksek binasına çıkarıp aşağı mı atalım? Tedavi mi edelim? Fizyolojilerini mi değiştirelim? Belirli bir nitelik taşıyan insanlar ya da insan toplulukları varsa onların kamusal olarak tanınma, eşit muamele görme hakları da vardır. 

‘Sözleşme aile yapısını dinamitliyor’ diyor muhterem zevat.

Neden?

Kamu otoritesine, kadın ve erkek arasında eşitsizliğe ve ayrımcılığa vesile olan mevzuatı, erkek egemen kültürü ve toplumsal bakış açısını değiştirme yükümlülüğü getirdiği için mi?

Kadını toplumsal bir aktör olarak güçlendirip erkek egemen yaklaşımın kollarından kurtarmaya dönük olduğu için mi? Kadını ikincil olmaktan çıkarmaya, ‘itaat et, rahat et’ adiliğinden sıyırmaya çalıştığı için mi?

Erkeğe geleneksel olarak bahşedilmiş ayrıcalıkları ortadan kaldırmaya, kadınlar üzerinde sınırsız tasarrufta bulunma hakkına halel getirmeye dönük olduğu için mi?

Kadın için bir tutsaklık haline gelmiş kutsal aileyi her koşulda muhafaza etmeyi va’az etmediği için mi?

Sözleşme metni için:

https://rm.coe.int/1680462545

1 yorum:

İktidardan Kurtulmak!

Siyaset biliminin temel kavramı devlet değilse, iktidardır. İktidar, “toplum için son sözü söyleme yetkisi” olarak kavramsallaştırılan e...