Hakkımda

4 Mayıs 2022 Çarşamba

İÇGÜDÜYE İNDİRGENMEK

Teraslı bir evimiz olsa ne güzel olurdu.

Güvercinlerimiz, tavşanımız, bitkilerimiz, çoluk-çocuğumuz… rahat bir şekilde yaşar giderdik.

Ama kriz çık(arıl)dı, bir pikap almak gibi, teraslı ev alma hayali de çocuklarımıza kaldı.

‘Aman bir kulp bulur kamu alanından atarlar bizi, az tüketelim ve kenara para koyalım da ileride çocuklar zarar görmesin’ diye biriktirdiğimiz parayı doğru finansal tercihlerle mütevazı bir ev alacak büyüklüğe eriştirmiş ve ‘madem ki teraslı ev alamıyoruz, biz de iki küçük evden kullanılabilir bir ev çıkarırız’ diyerek “Ev 1” ve “Ev 2” adını verdiğimiz garip bir yaşam düzenine geçmiştik.

Ev 1, benim güvercin bakma ve dizimi kırıp çalışma evim şimdilik.

Güvercinler nazlı nazlı yemlerini yerken (ki bizim evin tüm üyeleri pek nazlıdır; çocuklar bir şey beğenmez, güvercinler 15-20 çeşit yemin başında oyalanırlar) ben de Ali Nesin’in “Olasılık ve Matematik” üzerine verdiği seminerin kaydını dinliyorum. Kafamda bir olasılık teorisi var, matematik dâhileri için anlamlı olupm olmadığını merak ediyorum! Ama seminer çok ağır ilerliyor, alacağımı almış sayılırım, yavaş akan şeylere hiç tahammülüm yok.

Bir vahşi yaşam belgeseli açıyorum, TRT Belgesel kanalında Bengal kaplanlarını merkeze alan bir program var. Dört kız kardeş, avlanma zorlukları yaşıyorlar, tarzları değil ama birlikte hareket etmeye başlıyorlar, bir tonluk mandayı deviriyor, zavallı bir kara ayıyı bile öldürüyorlar. Burası onların av alanı, içgüdülerinin gereğini yapıyorlar, sempatik değiller!

Ama doğa böyle!

Eski bir belgesel anımsıyorum. Afrika savanasında bir leopar bebekli bir babun maymununu avlıyor. Anneyi yedikten sonra bebeği alıp bir ağaca çıkarıyor. Geceyi beraber geçiriyorlar, bebek maymun leopara sarılıyor. Leopar tok, bir zaman sonra bebek maymunu da parçalayacak ve yiyecek!

***

Evet, hayvanların göreli olarak değişmez bir doğası var. İnsanın hayvanlar aleminden farklılaştığını; biyolojik ama asıl olarak kültürel evrim aracılığıyla bunu yaptığını söylüyor sosyal antropoloji.

Alanın devlerine, Gordon Childe’a ve Bozkurt Güvenç’e bakıyorum, bütün canlıların kendi varlık koşullarına elverişli özel yaşama ortamları (flora ve faunaları) olduğunu, insanın ise, gerek bir tür olarak ilk ortaya çıktığı gerekse toplum halinde yaşamaya başladığı zamanlarda, herhangi bir çevrede yaşamını sürdürebilmek açısından yeterince donanımlı olmadığını; herhangi bir hayvan, üyesi olduğu türün kolektif deneyimlerini içgüdü biçiminde kalıtım yoluyla alırken insanın sinir sisteminin otomatik tepkiye uyumlu çok az sayıda kesin eylem ve tepi yani içgüdü barındırdığını, dolayısıyla insanın içgüdülerinden ziyade buna benzer sınırlı sayıda genel yöneliminden ve ağırlıklı olarak da deneyim ve öğrenmelerinden söz edilebileceğini yazmışlar.

Sonra Marx’a kulak veriyorum, insanın değişmez ve evrensel bir doğasından söz edilemeyeceğini, illa da bir insan doğasından söz edilecekse, insanın içinde bulunduğu toplumun yapısal koşullarını anlamaya ve açıklamaya yönelmek gerektiğini va’az ediyor üstad.

Buradan çıkışla, üst-yapıya odaklanan (biraz) iradeci bir tasavvura gidiyorum; insanı anlayabilmek için içinde bulunduğu sosyo – ekonomik yapıyı ve bu yapı içerisinde sosyalleşme süreçlerini dolayısıyla da eğitim sürecini ele almak gerekir, diye düşünüyorum.

Eğitim neydi?

Toplumsal formasyonun karakteri ne olursa olsun, bilgi aktarma, beceri geliştirme, davranış ve tutum inşa etme etkinlikleri. Derslerde kullandığım tanımla, asıl olarak toplumun erişkin olmayan bireylerine yönelik,  istenilen bilgi, beceri ve tutumları aktarmak ve geliştirmek amacıyla, planlı ve düzenli bir şekilde,  kişilerin katılımına ve deneyimlerine yer vererek gerçekleştirilen bir etkinlikler dizisi.

Bir soru takılıyor kafama:

Eğitim aracılığıyla gerçekleşen sosyal etki, içgüdülerin ikamesini mi sağlıyor yoksa içgüdüleri rafine hale getirip ambalajlayarak yaşam ormanının koşullarını çağdaş yaşama mı taşıyor? Bir ideolojik form üretmek değil mi bu?

***

Yaşamlarını sürdürmek için av alanlarını koruyan, içinde bulundukları toplulukta rütbe ve rol kalıpları içinde avantajlı bir yer edinmeye çalışan, hatta kendi soylarını devam ettirmek üzere kendi türünden yavruları öldüren hayvanlardan çok mu uzak insanlar?

Dün gece Suriye’de Esad kuvvetlerinin ve ‘muhalif’ adı yakıştırılanların birbirlerine karşı nasıl vahşice davrandıklarına ilişkin videolar izlemiş ve Afrika savanasında olup biteni insanın vahşiliğine yeğlemiştim.

Bu bir kenara, insan ilişkilerinin yoğunlaştığı mikro ve makro sosyallikler içindeki (egemen) yaklaşım ve davranışların, nasıl görünürlerse görünsünler, kendilerini hangi ideolojik sosa bularlarsa bulasınlar, hangi kuramsal ve kavramsal araçlarla ifade edilirlerse edilsinler, bir tür 'güç istemi'nin (Nietzsche’ye referansla) sonucu olduklarını düşünüyorum.

İnsanlar, toplumsal işlevlerini, buna bağlı olarak rollerini ve statülerini geliştirmeye dönük olarak deviniyorlar; bu devinimde, gerekirse, bir başkasının varoluşuna bile kast edebiliyorlar; av alanlarını korumak ve geliştirmek, avantajlı bir konum/rütbe elde etmek ve kendi yaşamlarını genişletilmiş bir şekilde yeniden üretmek...

Hayvanlar bunu dolaysız olarak yaparken insanlar türlü dolayımlar kullanıyorlar. Hepsi bu!

Son söz:

Nietzche, ideal bir insan tasavvuruna sahipti, üst-insan diyordu buna. O'na göre, insan tekinsizdi, maymun ile üst-insan arasına gerilmiş bir ipti, bir köprüydü.

Öteye geçmek lazım, başka kurtuluş yok!

 

 

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İktidardan Kurtulmak!

Siyaset biliminin temel kavramı devlet değilse, iktidardır. İktidar, “toplum için son sözü söyleme yetkisi” olarak kavramsallaştırılan e...