Kapitalizm, “artı-değere el koyma üzerinden gerçekleşen bir sosyal
egemenlik ilişkisi olan sermayeye dayanan toplumsal formasyon” olarak
tanımlanabilir.
Bu niteliği ile, ilk olarak Batı Avrupa’da ortaya çıkmış, ticaret
hayatının, pazar için üretimin gelişmesi ile birlikte güçlenmeye ve
yaygınlaşmaya başlamış, deniz aşırı sömürgecilik faaliyetleriyle ivme kazanmış,
manifaktür aşamadan geçmiş ve üretim tekniklerinin devasa gelişimi ile birlikte
ortaya çıkan sanayi devrimleri ile tüm dünyaya yayılmıştır.
Kapitalizm, sürekli bir krizler rejimidir.
Kapitalizm, sürekli bir krizler rejimidir.
En tipiği ‘aşırı üretim’ krizi olan bir dizi krizle belirlenir.
Bu krizler bazen konjonktüreldir.
Sermaye birikim sürecindeki senkron sorunlarından ya da göreli olarak
önemsiz nedenlerden kaynaklanır.
Düzen içinde bazı kısmi değişiklikler yapılarak aşılır.
Bazense yapısaldır.
Sermaye birikim modelini yerel ve küresel ölçeklerde köktenci bir tarzda
dönüştürmeyi, hemen her şeyi bütünsel bir şekilde alt-üst etmeyi gerektirir.
Bu açıdan kapitalizmin üç önemli krizi ve bunların (şimdilik) neden olduğu iki büyük savaştan söz edilebilir.
Birincisi, 1780’lerden itibaren ‘rekabetçi kapitalizm’in krize girmesi ve önce Hilferding’in sonra Lenin’in çözümlemesi ile, mal ihracı yanında sermaye ihracının büyük önem taşımaya başlaması, üretim ve dağıtımın büyük tröst ve kartellerinin elinde merkezileşmesi, banka ve sanayi sermayesinin birleşip mali sermayeyi oluşturması, dünyanın büyük kapitalist güçler arasında nüfuz alanlarına bölünmesi ve bu bölünmenin paylaşım mücadelelerini ivmelemesi görüngülerini içine alan emperyalizmin ortaya çıkması ile patlak veren 1. Dünya Savaşı’dır.
İkincisi ise, tarihin gördüğü en büyük kapitalist kriz olan 1929 ekonomik buhranının alt üst ettiği dünyada, büyük sermayenin birikim sorunlarını çözmekte zorlanması ve alternatif bir toplumsal formasyon seçeneğinin, Sovyet örneğinin basıncı da düşünüldüğünde, reakte ettiği sürecin faşizme varması ve nihayet dünyanın topyekun bir savaşa sürüklenmesidir; 2. Dünya Savaşı.
Bu açıdan kapitalizmin üç önemli krizi ve bunların (şimdilik) neden olduğu iki büyük savaştan söz edilebilir.
Birincisi, 1780’lerden itibaren ‘rekabetçi kapitalizm’in krize girmesi ve önce Hilferding’in sonra Lenin’in çözümlemesi ile, mal ihracı yanında sermaye ihracının büyük önem taşımaya başlaması, üretim ve dağıtımın büyük tröst ve kartellerinin elinde merkezileşmesi, banka ve sanayi sermayesinin birleşip mali sermayeyi oluşturması, dünyanın büyük kapitalist güçler arasında nüfuz alanlarına bölünmesi ve bu bölünmenin paylaşım mücadelelerini ivmelemesi görüngülerini içine alan emperyalizmin ortaya çıkması ile patlak veren 1. Dünya Savaşı’dır.
İkincisi ise, tarihin gördüğü en büyük kapitalist kriz olan 1929 ekonomik buhranının alt üst ettiği dünyada, büyük sermayenin birikim sorunlarını çözmekte zorlanması ve alternatif bir toplumsal formasyon seçeneğinin, Sovyet örneğinin basıncı da düşünüldüğünde, reakte ettiği sürecin faşizme varması ve nihayet dünyanın topyekun bir savaşa sürüklenmesidir; 2. Dünya Savaşı.
Ki bu savaş, insanlık tarihinin o güne kadar kaydettiği en trajik savaştır.
Savaşta Almanya ve Sovyet Rusya’nın can kaybı 20’şer milyon kadardır.
Savaşta Almanya ve Sovyet Rusya’nın can kaybı 20’şer milyon kadardır.
Milli Mücadele’de verdiğimiz kayıp yaklaşık 10 bindir!
Hala, 1971, 1973 ve 1979 petrol krizlerinin ivmelediği kapitalizmin uzun kriz dalgasının içindeyiz.
Hala, 1971, 1973 ve 1979 petrol krizlerinin ivmelediği kapitalizmin uzun kriz dalgasının içindeyiz.
Uzunca bir dönem stagflasyon adı verilen enflasyonist bir durgunluk içinde
devinen kapitalist ekonomiler çözümü ölçeği farklılaştırmakta, yani
küreselleşmede aramışlardı.
Bu açıdan, dünya kapitalizminin, genel olarak “sermayenin yeniden değerlenme sorunu”na bağlı olarak ortaya çıkan ve günümüzde etkileri artan yapısal krizi, sermaye tarafından, dikey düzlemde yani toplumsal ilişkiler alanında, piyasacı politikaların yaygınlaştırılması ve yatay düzlemde yani coğrafi alanda, tüm yerkürenin bütünleşik bir sermaye faaliyet alanı haline getirilmesi politikalarıyla aşılmaya çalışılmıştı.
Ancak olmadı!
Şimdilerde, kapitalizmin yapısal krizlerinin, ekonomik, sosyal ve siyasal düzlemlerdeki değişikliklerle aşılamaması halinde gündeme gelen topyekûn savaş seçeneği öne çıkıyor.
Siyaset Bilimi literatüründe şöyle geçer: “Savaş, siyasetin kendine özgü araçlar kullanılarak devam ettirilmesidir.”
Korkarım dünya saatinin akrep ve yelkovanı o tür bir ‘dong’ sesine doğru yol alıyor!
Bu açıdan, dünya kapitalizminin, genel olarak “sermayenin yeniden değerlenme sorunu”na bağlı olarak ortaya çıkan ve günümüzde etkileri artan yapısal krizi, sermaye tarafından, dikey düzlemde yani toplumsal ilişkiler alanında, piyasacı politikaların yaygınlaştırılması ve yatay düzlemde yani coğrafi alanda, tüm yerkürenin bütünleşik bir sermaye faaliyet alanı haline getirilmesi politikalarıyla aşılmaya çalışılmıştı.
Ancak olmadı!
Şimdilerde, kapitalizmin yapısal krizlerinin, ekonomik, sosyal ve siyasal düzlemlerdeki değişikliklerle aşılamaması halinde gündeme gelen topyekûn savaş seçeneği öne çıkıyor.
Siyaset Bilimi literatüründe şöyle geçer: “Savaş, siyasetin kendine özgü araçlar kullanılarak devam ettirilmesidir.”
Korkarım dünya saatinin akrep ve yelkovanı o tür bir ‘dong’ sesine doğru yol alıyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder