Hakkımda

13 Ocak 2020 Pazartesi

Bir Mülakattan İzlenimler!



2006 yılı.
Babamın henüz 54 yaşında ani bir kalp krizi ile vefat etmesinin az bir zaman sonrası.
Mülkiye'de doktora yeterlik sınavına girmem lazım.

Sınav 4 saat kadar sürüyor ve aradan günler geçtikten sonra mülakata çağrılıyorum.
Danışmanım Birgül Ayman Güler'e soruyorum; 'diğer adaylar nerede?'
'Bu günü sana ayırdık' diyor.
Meğerse her adaya bir gün tayin ediyorlarmış.

Esaslı bir jürim var; Prof. Dr. Cem Eroğul, Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, Prof. Dr. Kurthan Fişek, Prof. Dr. Gencay Şaylan ve Prof.Dr. Metin Kazancı.

Henüz jüriye girmeden Birgül Hoca'ya sıkıntılı günler yaşadığımı, dolayısıyla çok iyi bir hazırlık yapamadığımı söylemiş bulunuyorum, kötü!
Ve henüz jüriye girmeden Cem Hoca yanıma yaklaşıp, 'sana Marksizm nedir diye soracağım, ona göre' diyor, daha kötü!

Böyle durumlarda pek heyecanlanmam.
Öyle korkmadığımdan, çekinmediğimden değil, tramvatik geçmişimin açtığı yaralardan!
'Ben hayata dair fazlasını bilirim, zira onu kaybetmenin defalarca kıyısına geldim' demişti Nietzsche.
Öyle bir şey işte!

Jüri odası bir garip.
Bu tür işler için Mülkiye'nin zemin katında bir oda düzenlemişler.
Jüri üyeleri, bir mahkeme heyeti gibi, karşınızda oturuyor, belki psikolojik, oturduğunuz masadan daha yüksekte görünüyorlar.

Jüri başlıyor.
Birgül Hoca en gençleri.
Soruyorlar hocaya, 'sınav kağıdı nasıl?'
'İyi' diyor hoca.
Ardından, 'anlat' diyor, 'bakanlık teşkilatı'?
'Türk Kamu Yönetimi dersinin tümünü anlat' demek bu.
Anlatıyorum ama istediği hacimde ve istediği ayrıntıda değil.
'O zaman yapısal uyarlama sürecinin ilk kurumu hangisidir, bunu söyle' diyor
'Bilmiyorum' diyorum, 'ama yapısal uyarlama süreci 1980'lerle birlikte mali uyarlama ile başladığına ve 1980'lerin sonunda kurumsal reformlara girişildiğine göre Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) olmalı.'
'Doğru', diyor.
Yine soruyor, 'kamu yönetiminin odağı ne olmalı, devlet mi, sivil toplum mu, partiler mi...'
'Modern toplum, devletli toplumdur' diyorum.
Sosyal antropolojik bir zeminden başlayıp (Abeles tezleri) modern tartışmalara kadar devleti anlatıyorum.
'Odağımız budur' diyorum.
Cem Hoca'nın gözleri parlıyor!

Kurthan Hoca, 'yönetim' diyor, 'yönetimin özü nedir?'
'İşbölümü ve uzmanlaşmadır' diyorum.
'Otorite ve bunun kurumsal karşılığı olan sıradüzen (hiyerarşi) her yönetimin olmazsa olmazıdır' diye ekliyorum.
Yönetimin doğasına dair tezlerden söz ediyorum sonra.
Yeni yönetim yaklaşımlarından, 'yeni şişede eski şarap'ın esrik tadından.
Karşımda yönetim biliminin en iyi Türkçe kaynağını yazmış kişi var.

Cem Hoca, bana bakıyor, 'biz Siyasal'da böyle öğrenci yetiştiriyoruz işte' diyor!

Gencay Hoca, küreselleşmeye, post-modernizme, epistemoloji tartışmalarına giriyor.
Anlaşamıyoruz ama yanıtlarımı ilgiyle dinliyor.
Metin Kazancı sazı alıyor sonra, Fransa tarihini ve medeniyetini anlatıyor uzun uzun ve ardından soruyor, 'işte bu medeniyet, bu kültür, Meclis'inin alt biriminde Ermeni soykırımını tanıma kararı aldı, ne düşünüyorsun?'
Soru akademik bir soru değil, 'senin olayın ne' sorusu!
'Ben Fransa tarihini de medeniyetini de önemserim, Jakobenleri ilgiyle okur ve özenle anarım, Meclis'de alınan bir siyasal karar da düşünceme herhangi bir etkide bulunmaz' diyorum.
Ama benden beklediği ucuz hamaset.
Nitekim Hoca jüri sonuna kadar 'kınama' istiyor.
Vermiyorum!

Son jüri üyesi en esaslısı; Cem Hoca.
En çok bocaladığım soru da onun ilk sorusu; 'Marksizm nedir?'
Mesleğin erbabına mesleği anlatmak, kolay iş değil!

Jüri akıp gidiyor.
Zaman mefhumu kayboluyor.
Bir kaç saat sonra olacak, 'tamam diyorlar, seni biraz dışarıya alalım.'
Jüri odası ile dış kapı arasında bir bekleme salonu var.
O zamanlar ses yalıtımı yok, sonradan yapmışlar.
Hakkımda ne konuştuklarını duyuyorum.

Birgül Hoca, 'Türk Kamu Yönetimi konusunda eksikleri var, bir sonrakine kalsın' diyor.
Gencay Hoca, 'bu adam benden dersler aldı, derslerimi işlenmez hale getirdi, ne ekonomi-politik, ne felsefe tartışması kaldı, perspektifi sağlamdır, geçsin' diyor.
Kurthan Hoca, 'ne tartışıyoruz ki burada, adama baksanıza, adam hiç heyecanlanmadı bile, oturuşuna, kalkışına bakın, konuları değerlendirme tarzına..., olmuş bu' diyor.
Metin Hoca, 'ama soykırım kararı alanları kınamadı' diye çıkışıyor.
Söz geliyor Cem Hoca'ya, 'bakın diyor, biz burada bilgi eksikliği tespit etmek için toplanmadık, hanginize bu soruları sorup da bu yanıtları alabilirdik hem, biz perspektif ölçüyoruz burada, bilim insanı yeterliğine bakıyoruz, o da analitik yaklaşımdır, başka bir şey değil.'

Bekleme odasında yaşadığım saadeti hayatımın daha önce ki hiçbir anında yaşamadığımı anımsıyorum.
Demek ki başka türlü de düşünülebiliyormuş, başka türlü de değerlendirilebiliyormuş.
Kendinde doğruya mahkum bir marjinal olarak kalmak değilmiş kaderim!
Söz dinlerlik sanatında incelmeden, o vakur akademik kominiteleri ikna etmek için teveccüh silahına, alçakgönüllülük riyakarlığına falan başvurmadan da yol yürünebiliyormuş!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İktidardan Kurtulmak!

Siyaset biliminin temel kavramı devlet değilse, iktidardır. İktidar, “toplum için son sözü söyleme yetkisi” olarak kavramsallaştırılan e...